Kadın cinayetleri ve kadına şiddet Türkiye’nin kanayan yarası. Kültürel kodlarımız erkek şiddetinin nedeni olarak gösterilsede yüzeysel bir tarih bilgisi bile bunun doğru olmadığını gösteriyor. Batıda kadının şeytanlaştırıldığı zamanlarda bile Türk kültürü ve gelenekleri, kadını ailenin, toplumun merkezine koyarken şiddeti cezalandırmıştır.
Türkiye’de geçen yıl 438 kadın öldürüldü. Binlercesi şiddet gördü, aşağılandı… Sokakta evde, çocuklarının gözü önünde… Kadına şiddet kapanmayan yaramız! Peki bu hep böyle miydi? Kadına şiddet, bizim kültürümüzün bir parçası mı?
Avrupa’da kadınların şeytanla eş tutulduğu zamanlarda ünlü gezgin Marco Polo’ya kulak verelim:
“Tarihte hiçbir toplum, kadını Türkler kadar erkekle eşit saymamış ve hak tanımamıştır. Her iki cinsin kendilerine ait, karşı cinsin yerine getirmek zorunda olmadığı görev ve sorumlulukları vardı. Her cins aynı eğitimden geçer; cinsler arasında ayrım, toplumun tüm kesimlerinde yadsınırdı…”
Marco Polo, bir seyahatname klasiği olan ‘İl Millione’da Türk kadınlarının ‘ahlaki temizliğini’ över ve onların “tüm dünyanın en temiz ve ahlaklı” kadınları olduğunu söyler…
Kadına taciz, saldırganlık, tecavüz, evlilik dışı ilişki, gibi cinsel suçlar eski Türk toplumunda yok denecek kadar azdır. Kadına saldırının Türk hukukundaki cezası ölümdür. Tecavüze uğrayan kadın toplumdan dışlanmaz, ona sahip çıkılır. Evlilik dışı çocuğu olursa kadın ulu bir kayın ağacıyla evlendirilir. Kayınbaba, kaynana, sözcükleri buradan gelir. Çocuk bu yolla meşrulaştırılır. Günümüzde töre cinayeti adı verilen olayların, Türk töresiyle bir ilgisi yoktur. Basında sıkça kullanılan bu tanım, Türk geleneklerini yıpratma amacını taşımaktadır…
10. Yüzyılın ünlü coğrafyacısı al-Balhi, kitâb al-bad va’l-tarih adlı yapıtında, Türkler’de ‘kadının erkeğe eşit’ olduğunu, toplumsal yaşamın her alanında ‘varlığını sürdürdüğünü’ ve beğendiği erkeğe ‘evlenme teklif edecek kadar’ özgür olduğunu yazar…
12. Yüzyıl tarihçilerinden İbn Cübeyr, ‘Türk ülkelerinde kadına gösterilen saygıyı, başka hiçbir yerde’ görmediğini anlatır.
Ünlü İslam düşünürü ve Batı’da modern tıbbın kurucusu olarak kabul edilen İbn-i Sina, kadının eğitim hakkına vurgu yapmış ve kadınların bilgi sahibi olmalarının toplumsal gelişme için önemli olduğunu belirtmiştir.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde kadınların sosyal hayatta aktif bir rol oynadığına dair pek çok gözlemde bulunmuştur. Kadınların günlük yaşamda, pazarlarda, camiilerde ve evlerdeki sosyal etkileşimlerini anlatır.
Türklerin önemli bir simgesi olan Altay Dağları’nın zirvesine “Kadınbaşı” adını verecek kadar kadınlara önem veren bir kültürümüz var.
“Cennet Annelerin ayakları altındadır” diyen bir inancımız var.
Tarihimize kısaca göz attığımızda bile kadına şiddetin kültürümüzde yeri olmadığını anlamak mümkün.
Kadınların Türk kültüründeki yerine gelin biraz daha derinlemesine bakalım…
Göktürklerden Osmanlılara kadar uzanan tarih boyunca, kadınlar ailede, ekonomide ve siyasette aktif rol oynamışlardır.
Görüldüğü üzere Türk kültüründe kadın, her zaman saygı gören ve değeri bilinen bir konumdadır. Kadınlar ailenin temel taşı olarak kabul edilir ve toplumsal hayatta önemli roller üstlenirler. Bu nedenle, kadına yönelik şiddetin kültürel veya geleneksel bir uygulama olarak meşrulaştırılması kesinlikle yanlıştır.
Türk toplumunda kadının yeri, tarih boyunca çeşitli değişimlere uğramıştır. Geçmişte göçebe bir toplum olmanın getirdiği özgürlük ve eşitlik ile kadınlar, birçok alanda erkeklere eşit haklara sahipti. Savaşlara katılır, ticaret yapar, yönetimde söz sahibi olurlardı.
Eski Türklerde kadının toplum içindeki konumu ve aile düzeni diğer birçok toplumdan farklılık gösteriyordu. Türk toplumlarında kadınlar, toplumsal yaşamın bir parçası olarak aktif bir rol oynuyorlardı ve birçok açıdan özgürlük ve saygı görmekteydiler. Aile düzeni, modern demokratik değerlere oldukça yakın bir şekilde kurulmuştu ve ataerkil yapıya dayanan baskıcı ilişkilerin aksine daha eşitlikçi bir yapıya sahipti.
Türk toplumlarında kadınlar, ekonomik, sosyal ve hatta siyasi alanda aktif bir şekilde yer alıyorlardı. Tarım, hayvancılık ve ticaret gibi faaliyetlerde bulunarak aile gelirine katkı sağlıyorlardı. Ayrıca, kadınlar yönetimde de rol alabiliyor ve hatta hükümdarlık gibi önemli pozisyonlara getirilebiliyorlardı.
Aile düzeninde ise, baskıcı ve otoriter bir ataerkil yapıdan ziyade daha eşitlikçi bir yaklaşım benimseniyordu. Babanın eşine paylaştığı reislik veya liderlik rolü, dayatmacı bir tavır yerine ailenin birlikte kararlar almasını ve birlikte hareket etmesini sağlıyordu. Kadınlar, aile içinde söz sahibi olabiliyor ve kendi kararlarını alabiliyorlardı.
Evin Batılılar gibi yalnızca kocaya ait olmadığı, aksine kocayla karının ortak malı olduğu, evin sahibi olma hakkının eşit olarak paylaşıldığı görüşü, Türk toplumlarının tarihinde önemli bir yer tutar. Bu anlayış, Türk aile yapısının ataerkil değil daha eşitlikçi bir yapıya sahip olduğunu gösterir.
Türk toplumlarında, evin sahibi olan kişi sadece erkek değil, aynı zamanda kadın da kabul edilirdi. Dolayısıyla, evin erkeğine “evin ecesi” denirken, evin kadınına da “evin kadını” denilirdi. Aile içinde karı-koca arasında eşitlik ve ortaklık vurgulanırdı. Bu da babanın ve annenin söz sahibi olduğu bir aile modelini ortaya koyuyordu.
Anasoyu ile babasoyu arasında değer açısından bir eşitlik bulunmaktaydı. Bu durum, babanın saygınlığının veya yetkisinin azalması anlamına gelmezdi. Tam tersine, aile içindeki eşitlik ve saygı, daha güçlü ve içten bir ilişkiyi teşvik ederdi. Kadınların ailede söz sahibi olması, aile içindeki karar alma süreçlerinde daha dengeli ve adil bir yaklaşımın benimsenmesini sağlardı.
Tarihte hiçbir toplum, kadını Türkler kadar erkekle eşit saymamış ve hak tanımamıştır. Her iki cinsin kendilerine ait, karşı cinsin yerine getirmek zorunda olmadığı görev ve sorumlulukları vardı. Her cins aynı eğitimden geçer, cinsler arasında ayrım yapılmazdı.
Çin kaynaklarına göre; “kocaları dama oynarken kadınlar futbol oynar”, “pazara gittiklerinde paketleri kocaları taşır” ve “açık bir kibarlıkları vardır”. Ancak, gerektiğinde ava ve savaşa da katılırlardı.
Arap gezginci İbn Arabsah, Türk kadınları için; “erkekler gibi savaşırlar, kafirlerin üzerine dört nala at sürerlerdi…” şeklinde yazmaktadır.
Kadın cinayetleri, her ülkede ve her sosyo-ekonomik düzeyde görülüyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünya genelinde her üç kadından biri, yaşamları boyunca fiziksel veya cinsel şiddetle karşılaşıyor. Bu şiddetin sonucu olarak yüz binlerce kadın, yaralanıyor veya öldürülüyor.
Bölgesel veriler:
Afrika:
Asya:
Avrupa:
Amerika:
Türkiye’de durum: