Hazreti Âmine güzelliği, vakârı, ahlâkı, nesebi ve üstün zekası îtibâriyle Kureyş kızlarının en üstünü; Âlemlerin ve âdemlerin efendisi, Amine Hatun Muhammed annesi, Ol sadeften doğdu dür danesi…
Yeryüzünün en kıymetlisinin, kainat hürmetine yaratılan Muhammed aleyhisselamın annesidir o… Her anneye nasip olmayacak bir makam verilmiş, Eşref-i Mahlukat, yaratılmışların en şereflisi Fahri Alem efendimizi dokuz ay boyunca taşımıştır Hazreti Amine radıyallahu anha. Hiçbir zaman unutulmayacak, gönlü şefkat hazinesi, hanımların sultanı Hazreti Amine’nin evliliği ve doğum anında yaşadıklarını sizler için derledik. Keyifli okumalar…
Hazreti Amine’nin babası Vehb b. Abdümenâf, Kureyş kabilesinin Beni Zühre koluna, annesi Berre bint Abdüluzzâ ise aynı kabilenin Beni Abdüddâr koluna mensuptur. Soy bakımından Abdullah ile birkaç batın yukarıda birleşen; Benî Zühre kabîlesinin büyüğü Vehb bin Abd-i Menâf’ın kızı Âmine güzellik, ahlâk ve neseb îtibâriyle Kureyş kızlarının en üstünüdür.
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib, Mekke’nin hâkimi ve Arapların şeref îtibâriyle en üstün kabilesi olan Kureyş kabîlesine mensuptu. Abdülmuttalib’in alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru parlar, Kureyş kavmi onunla bereketlenirdi. Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib, oğulları arasında en çok Abdullah’ı severdi. Çünkü onun alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru parlıyordu. Abdullah, Âmine ile evlenince alnında parlayan nûr, hanımına intikal etti. Abdullah’ın yakışıklılığı ve asâleti Mısır’a kadar şöhret bulmuştu. Alnındaki nûr yüzünden iki yüze yakın kız, onunla evlenmek arzusu ile Mekke’ye gelmişti. Ancak Abdülmuttalib O’nu her yönüyle O’na denk olan bir kız ile evlendirmek istiyordu.
Abdülmuttalib, Vehb’in kızını oğlu Abdullah’a isteyince Vehb şöyle dedi: “Ey amcam oğlu, biz bu teklifi sizden önce aldık. Âmine’nin annesi bir rüyâ gördü. Anlattığına göre evimize bir nûr girmiş, aydınlığı yeri ve gökleri tutmuş. Ben de bu gece rüyâmda dedemiz İbrahim’i gördüm. Bana; “Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’la kızın Âmine’nin nikâhlarını ben kıydım. Onu sen de kabûl et.” dedi. Bugün sabahtan beri bu rüyânın tesiri altındayım. Acaba ne zaman gelecekler, diye merak ediyordum.” Bu sözleri duyan Abdülmuttalib sevincinden“Allahü Ekber! Allahü Ekber!” diyerek tekbir getirdi. Nihâyet oğlu Abdullah’ı Vehb’in kızı Âmine ile evlendirdi. Bu konuda başka rivâyetler de vardır.
Âmine Hâtun şöyle anlatıyor: “Ben altı aylık hâmile iken, bir gece rüyâmda karşıma bir zât çıkıp dedi ki: “Ey Âmine, bilmiş ol ki, sen âlemlerin en hayırlısı olan kimseye hâmile oldun. Doğurunca ismini Muhammed koy ve hâlini hiç kimseye açmayıp, gizli tut!” Başka bir rivâyette de; “İsmini Ahmed koy.” şeklinde bildirilmiştir.
Hazret-i Âmine Efendimizin doğumunu ise şöyle anlatıyor: “Doğum ânı geldiğinde heybetli bir ses işittim. Ürpermeye başladım. Sonra beyaz bir kuş gördüm, gelip kanadı ile beni sığadı. O andan sonra bendeki korku ve ürpertiden eser kalmadı. Yanımda süt gibi beyaz bir kâse şerbet gördüm. O şerbeti bana verdiler. O anda çok susamış idim. Verilen şerbeti içtim. Baldan tatlı ve soğuk idi. İçer içmez susuzluğum gitti. Sonra büyük bir nûr gördüm, Evim o kadar nûrlandı ki, o nûrdan başka bir şey görmüyordum. O sırada çok hâtun gördüm. Boyları uzun, yüzleri güneş gibi parlıyordu. Etrafımı sarıp, bana hizmet eden bu hâtunlar, Abdü Menâf kabîlesinin kızlarına benzerlerdi. Yine o sırada beyaz, uzun ve gökten yere uzanmış ipek bir kumaş gördüm. Dediler ki: O’nu insanların gözünden örtün. O anda bir grup kuş peydâ oldu. Ağızları zümrütten, kanatları yâkuttandı. Gümüş ibrikler tutarak havada duruyorlardı. Bana korku gelip terlemiştim, ter damlalarından misk kokusu yayılıyordu. O halde iken gözümden perdeyi kaldırdılar. Doğudan batıya kadar bütün yeryüzünü gördüm. Üç alem (bayrak) dikildi. Onların biri meşrik (doğu), biri mağrip (batı) biri de Kâbe’nin üstünde idi. Etrafımda çok sayıda melekler toplandı. Muhammed doğar doğmaz, mübârek başını secdeye koydu ve şehâdet parmağını kaldırdı. O anda gökten bir parça beyaz bulut indi. O’nu kapladı. Bir ses işittim; “Onu mağripden meşrıka kadar her yerde gezdirin. Tâ ki cümle âlem onu, ismiyle, cismiyle ve sıfatıyla görsünler.” diyordu. Sonra o bulut gözden kayboldu ve Muhammed’i bir beyaz yünlü kumaş içinde sarılı gördüm. Yine o sırada yüzleri güneş gibi parlayan üç kişi gördüm. Birinin elinde gümüşten bir ibrik, birinin elinde zümrütten bir leğen, birinin elinde de bir ipek vardı. İbrikten sanki misk damlıyordu. Muhammed’i o leğenin içine koydular. Mübarek başını ve ayağını yıkadılar ve ipeğe sardılar. Sonra mübârek başına güzel koku sürüp, mübârek gözlerine sürme çektiler ve gözden kayboldular.”
Hazreti Amine 6 yaşındaki oğlu Efendimiz ve hizmetçileri Ümm-i Eymen ile hem akrabalarını hem de kocası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmek için Medine’ye gittiler. Bir gün Yehûdî alimlerinin iki kişi Efendimizin yanına gelerek adını sormuş ve sırtına baktıktan sonra: “Bu çocuk, ahir zaman peygamberi olacaktır. Burası da onun hicret edeceği yerdir. Bu memlekette büyük savaşlar olacaktır.” dedi.
Hazreti Amine bu sözleri işitince korkdu ve Medîneden ayrılmaya karar verdiler. Mekke dönüşünde Ebva denilen yerde, Hz. Âmine birdenbire rahatsızlandı. Mübarek kadın bu hastalıktan kurtulamayıp vefat edeceğini anlamıştı. Baş ucunda duran Peygamberimizin yüzüne baktı ve birkaç beyt okudu. Şu beytler onlardandır:
Yüce Allah bereketler versin sana,
Eğer doğru çıkarsa gördüğüm rü’yâ.
Sen peygamber olacaksın insanlara,
Celîl ve kerîm olan Allah katında.
Hazret-i Âmine bu şi’ri okudukdan sonra şöyle dedi: Yaşayan herkes ölecekdir. Yeni olan herşey eskiyecekdir. Eğer ben ölürsem gam yimem. Adım âlemde dâimâ anılır. Çünki, böyle pâk ve mubârek bir evlâd yâdigâr bırakdım. Hazret-i Âmine vefât edince, cinnîlerin ağlama sesleri işitildi ve ta’ziye için şu beytleri okuyorlardı:
Ağlasın iffetli genç kızlar Âmineye,
Anne olmakla şereflendi, Peygambere.
Abdüllahın zevcesi, yakınıdır hem de,
Vakârlı hem sâhib-i minber Medînede.
Hz. Âmine, Ebva denilen yerde hastalığının artması üzerine, ciğerparesini Ümm-i Eymen’e emanet etti. Ona iyi bakması ricasında bulundu. Yirmi yaşında ki gül annemiz, çok geçmeden de ruhunu teslim etmiş, ebedi aleme göç etmiştir…