Edep, toplumumuzun mihenk taşı. Her kim edepten mahrum kalır, cümle hayırlardan mahrum kalır sözü meşhurdur. İmrenilecek derecede yüksek edep, nezâket ve zarafet emsali Osmanlı Devleti’nin medeniyet ve kültüre damgasını vuran geleneklerini, inceliklerini sizler için derledik. Keyifli okumalar…
Osmanlı gelenek ve görenekleri görkemli mimarileri, aile hayatı, edebi, eğitimi, nezaketi ve terbiyesi ile güzellikler hazinesiydi. İncelik ve anlayış üzerine kurulu âdâb-ı muâşeret kurallarını bünyesinde barındırırdı. Osmanlının pencere önüne koyduğu çiçekten, kahve yanında ikram ettiği suya; kapılarında bulunan iki adet tokmaktan, ikram ettikleri karanfilli şerbette pek çok incelik saklıdır. İşte şanlı mâzîmizin geleneklerinden bazıları:
- Osmanlı döneminde evlerin kapı tokmağında Ya Fettah yazılıydı. Bütün kapalı kapıları açan, sıkıntılarını gideren anlamına gelirdi. Akşam eve sıkıntılı gelen baba, bu yazıyı okur ve sıkıntılarını kapı eşiğinde bırakır eve öyle girerdi.
- Hanımlar merdivenden çıkarken eşleri arkalarından gelirdi. Hem hanımın vücudu ifşa olmasın hem de düşerse tutabilsin diye. Merdivenden inerken ise aynı sebepten erkekler hanımların önünden inerdi.
- Kız istemeye geldiğinde damat adayının namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun diz izine bakılırdı. Ön dizlerde kırışıklık varsa namaz kıldığı anlaşılırdı.
- Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 63 yaşında vefat ettiğinden dolayı 63 yaşını geçmiş büyüklere yaşları sorulduğunda, ‘haddi aştık’ derlerdi.
- Osmanlı’da bir kimseye evli misin diye sorulmaz, incitilmezdi insanlar. Evlilik gençlere saadete kavuşma olarak anlatılır, güzel yaşantılarıyla örnek olunurdu.
- Osmanlı’da kız görmeye giderken zambak kokusu götürürler “kızınıza talibiz” mesajı verilirdi. Ev sahibi tarafından ikram edilen şerbetler karanfilli ise “buyurun gelin kızımızı isteyin” demekti. Şerbetler sade geliyorsa “sana verecek kızım yok” anlamına gelirdi.
- Kaba saba kalp kırıcı şakalar yerine, duygulu ince latifeler yapılırdı.
- Osmanlı’da birisi öldüğünde, cenaze evine ilk önce kıble istikametindeki komşusundan başlamak üzere bir hafta, on gün boyunca yemek yollanırdı. Şimdiki gibi cenaze evlerinde yemek pişmezdi. Ölünün kırkı çıkmadan, eve gelen komşular gülmez, dünyalık konuşmaz; mevtanın ölümünden duydukları hüznü belli eden davranışlarda bulunulur, cenaze evinin acısına ortak olunurdu.
- Evde veya sokakta kimse ayakta yemek yemezdi. Sofraya oturulmadan eller yıkanır, sofraya aile ile birlikte oturulur, evin en büyüğü başlamadan ve besmele çekmeden yemeğe kimse elini sürmezdi.
- Kapılarda iki tokmak olurdu, biri kalın biri ince. Gelen kişi hanım ise kapıyı ince tokmakla vurur ve evin hanımı kapıyı ev haliyle olsa dahi açardı. Erkekler ise kalın tokmakla kapıyı vurur; evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da evde bulunan erkek kapıyı açardı.
- Osmanlı zamanında kahvenin yanında ikram edilen suyun bir anlamı vardı. Misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyve ikram edilirdi.
- Osmanlı’nın asil görgülü hanımefendileri yüzlerini tahriş edecek, kimyasal içerikli krem veya esans yerine gül suyu kullanırdı. Yüzleri daima canlı ve taze kalır, ibadetin nuru ile parlardı.
- Osmanlı döneminde uygulanan ince geleneklerden biri de sadaka taşlarıydı. Taş bloklardan oluşan sadaka taşları, genellikle cami veya türbe köşelerinde bulunan, ortası çukur, bir buçuk iki santimete yüksekliğinde taşlardı. Fakirler dilenmekten çekinir, zengin riya ve gösterişten haya ederdi. Bu yüzden sadakalarını bu taş üzerine koyar fakir de de gede vakti gelip ihtiyacı kadarını alırdı.
- Yolda küçük, büyüğünün önünden asla yürümezdi. Yaşlı insanların önüne geçmek için izin istenirdi.
- Osmanlı döneminde mahalle kahveleri vardı. Ancak günümüz sadece zaman öldürmek için gidilen kahvelerinden farklı olarak, ilmi, edebi konuşmaların, tarih sohbetlerinin yapıldığı ve hatta şiir ve manzumelerin okunduğu, hikâyelerin anlatıldığı, bilmeyenlerin, bilenlerden istifade ettiği yerlerdi.
- Pencerenin önünde sarı çiçek varsa “Bu evde hasta var ve evin önünde hatta bu sokaktan geçerken gürültü yapmayın” mesajı verilirdi.
- Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Bu evde gelinlik çağına gelmiş bekar kız var. Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etmeyin” anlamına gelirdi.
- Şimdi ki gibi kapının önündeki ayakkabılar dış yöne doğru düzeltilmez, eve gelen misafirin giderken tekrar geri gelmesi için ayakkabılarının ucu evi gösterir şekilde konurdu. Ev sahibi ‘gidin ama tekrar gelin’ mesajı verirdi. Böylece misafir arkasını dönmeden çıkmaz, geri geri çıkardı.
- Osmanlı döneminde köşk, cami, mescit, türbe, han veya çeşme gibi yapıların duvarlarına kuş evleri inşa edilirdi. Mimari zarafetin de sembolü olarak öne çıkan kuş evleri Osmanlı’nın sanatkarları tarafından şekillenirdi.
- Evlerde “Ya Mâliku’l-Mülk” yazısı duvarlara asılır; mülkün gerçek ve ebedî sahibinin yalnızca Allahü Teala’nın olduğunu kendilerine hatırlatırlardı.
- Osmanlı döneminde insanlar fırınlara gider ekmeğini alır ve ihtiyaç sahipleri için fırındaki askıya ekmek bırakırlardı. İhtiyaç sahibi aileler de askıdaki ekmekten sadece ihtiyacı kadar alırdı.
- Cuma namazına kuyumcular da dâhil tüm esnaf kapılarına kilit vurmadan giderlerdi.
- Osmanlıda evlerin kapısında ay yıldız var ise evden birinin hacca gittiği anlamına gelirdi ve ziyaret edilirdi.
- Osmanlı erkekleri hanımlarına hediye olarak ayna alır, sana senden daha güzel bir hediye bulamadım mesajını verirdi.
- Mahalleye yeni bir komşu geldiğinde yabancılık çekmemesi için evin hanımına çocuklar aracılığı ile haber yollanır; müsait bir gün mahalledeki hanımlar, yeni gelen hanım komşularına hoş geldiniz ziyaretinde bulunurlardı. Aynı zamanda komşuyu mahcup etmeyecek ölçüde hafif hediyeler getirirlerdi.
- Osmanlı’ da hayvanlar için özel vakıflar kurulurdu. Leylekler için oluşturulan ‘Gurabahane-i Laklakan’ da bunun en nadide örneği diyebiliriz.
- Osmanlı’da insanlar yere tükürmekten imtina eder; yere tüküren kişilerin şahitliği mahkemelerde kabul edilmezdi.
- Bayramlıklarıyla sokakta gezen çocuklara “arife çiçeği” denilirdi. Arife çiçeği, Osmanlı zamanında bayramdan birkaç gün önce yapılan alışverişin ardından çocukların sabırsızlanarak giysilerini bayramdan bir gün önce, yani Arife günü, giyerek dolaşması olarak tanımlanır.
- Eşine, dostuna iftar vermek için çırpınan Osmanlı halkı, Ramazan boyunca iftar vakitlerinde kapılarını açık tutardı. Yolda kalan veya ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına oturdun diye.
-