Bolu’nun eşsiz güzelliklerini, zengin kültürünü ve derin tarihi mirasını anlatan birçok türkü var. Ancak Bolu yöresine ait olan beyaz giyme söz olur siyah giyme toz olur türküsündeki neden beyaz renge bu denli önem verildiği sorusu, oldukça ilgi çekicidir. Peki, beyaz giymek neden söz olur?
Türkülerin içinde sıklıkla karşımıza çıkan beyaz renk, derin anlamlar ve semboller barındırabilir. Beyazın türkülerdeki kullanımı genellikle saflık, masumiyet, hüzün veya umudu ifade etmek için tercih edilir. Söz konusu olan “beyaz” olunca ise insanların zihninde farklı imgeler canlanabilir. Beyazın temsil ettiği duygu ya da durum, türkünün hikâyesine derinlik katarak dinleyicileri duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Türküde geçen beyaz rengin neden söz olur?
Ege sahillerinin tuzlu esintisini içlerinde taşıyan Nevriye, Cevriye ve Fevriye… Üç kız kardeş, düşman işgaline uğramış yurtlarını terk edip Bolu’ya sığınan bir ailenin çocuklarıydı. Yeni hayatlarında da vazgeçmediler köklerinden; Ege’nin renkli gelenek ve göreneklerini Bolu’nun serin yaylalarına taşıdılar. Fakat bu durum, kültürleri ve yaşam tarzları farklı olan Bolu halkının hoşuna gitmedi. Eleştiri oklarının hedefi oldular sürekli. Ancak bu üç inatçı kız kardeş, her ne kadar zorlukla karşılaşsalar da, hiçbir zaman başkalarının sözlerine kulak asmadılar.
Bolu’da yaşayan üç evli genç adamın, belirli kızların evlerine sürekli olarak gidip içkili alem yaptıkları bir dönemdeyiz. Bu durum, kısa sürede ilerleyerek bu genç kadınlara “kız kahbesi” şeklinde bir adın takılmasına sebep oldu. Özellikle bu isimlendirmenin yayılması sonrasında olaylar daha da karmaşık bir hal aldı. O dönemin mahalle bekçileri sadece bulundukları bölgenin asayişini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda mahallenin ırz ve namusunu da koruma görevini üstlenmişlerdi. Her akşam erken saatlerde kızların evlerine giden üç delikanlı ise, yer içer ve sabaha kadar felekten bir gece çalarlardı.
Evde sohbet derinleştiğinde, mahalle bekçileri hemen harekete geçerek durumu caminin imamına bildirir. Bekçi, imam ve mahalle azalarının evi basmasıyla birlikte kapı adeta kırılırcasına çalınmaya başlar. İçeriye giren bu kişilik grup, yanlarına üç delikanlı almış olan kızları hayretle izler. Bu üç genç adam kimdir, nereden gelmiştir? Bilinmez. Çünkü bu üç delikanlı, başka bir mahallenin oğlanlarıdır. Tüm bu olayların yaşandığı esnada zaptiyeye haber verilmiştir bile. Ancak üç delikanlıdan bir tanesi, belki de en akıllısı ya da en hızlısıdır; her nasılsa aradan sıvışmayı başarır ve birdenbire ortadan kaybolur. Evi basan kişiler de 2 adamı ve 3 kızı alıp, kapı altına götürürler. Diğer adamı ise ararlar lakin bulamazlar.
Üçüncü delikanlı, o kaotik durumda kendisini un kilerine bırakır ve sonuç olarak pahalı siyah kıyafetleri unun beyazlığına bürünmüştür. Olaylar yatıştığında, dışarıya çıkan adam köpeklerle birlikte bir çiftlik evine sığındı. Çiftliğin sahipleri olan kişiler, adamın üstündeki unları temizlemekte başarısız olur. Bu nedenle adam sabahın ilk ışıkları ile kendi evine gizlice girer. Çocuklarını görür ve onlara sıkıca sarılır. Daha sonra, tüm kalbiyle sevdiği karısının yanına giderek ona da sarılır.
Kısa bir süre sonra, evin gizli köşelerine sızan delikanlının, o akşam kızların evinde olduğu ortaya çıkar. Bu durumu öğrenen zaptiye komutanları, tutuklama emriyle genç adamı hemen alır ve kapı altına götürürler. Ancak bu durum karşısında sessiz kalmayan 3 kızın babası da delikanlılar için “Onlar benim misafirimdi.” diyerek durumu yumuşatır ve sorunu çözer. İlk başta evden kaçan delikanlı yaşadıklarından ders alarak eşi, için bu türküyü söyler. Bu hikâye, korkulara rağmen aşkın her şeyi aştığının canlı bir kanıtıdır.