Antik çağlarda Kuzey Amerika’nın en güçlü yırtıcılarından biri olarak bilinen ulukurtlar, binlerce yıl önce yeryüzünden silinmişti. Ancak bugün, bilim dünyasında yankı uyandıran bir gelişme sayesinde bu gizemli tür yeniden gündemde. ABD merkezli bir biyoteknoloji şirketi, fosillerden elde edilen DNA’ları kullanarak, ulukurtlara genetik olarak oldukça benzeyen yeni bireyler üzerinde çalıştıklarını açıkladı. Bu gelişme, sadece bilimsel değil, aynı zamanda etik ve çevresel boyutlarıyla da tartışma konusu haline geldi. Peki, ulukurt nedir, nasıl bir canlıydı ve nerelerde bulunur? Detaylarda anlattık…
ABD’de faaliyet gösteren Colossal Biosciences adlı biyoteknoloji firması, on binlerce yıl önce nesli tükenmiş bir kurt türü olan ulukurtlara genetik olarak son derece benzeyen yeni bireyler ürettiklerini duyurdu. DNA dizilimleri üzerinde gerçekleştirilen gelişmiş düzenleme teknikleriyle oluşturulan bu canlılar, gri kurtların genetiğinde yapılan 20 farklı müdahaleyle ortaya çıktı.
Projenin temelinde, binlerce yıl öncesine ait fosillerden elde edilen antik DNA verileri bulunuyor. Bilim insanları bu kalıntılardan yola çıkarak, günümüz yırtıcılarıyla kıyasladıkları özel bir genetik yapı geliştirdi. Elde edilen embriyolar, büyük ırk evcil köpekler üzerinden taşıyıcı annelere aktarıldı. Süreç sonunda biri dişi olmak üzere üç yavru dünyaya geldi.
Kuzey Amerika’nın tarih öncesi dönemlerinde en güçlü avcılarından biri olarak bilinen ulukurtlar, bilimsel adıyla Aenocyon dirus, günümüz kurtlarından daha iri ve farklı fiziksel özelliklere sahipti. Colossal’ın gerçekleştirdiği bu çalışmada, doğan yavruların görünüm açısından antik ulukurtlara oldukça yakın olduğu bildiriliyor. Ancak uzmanlar, bu yeni bireylerin tam anlamıyla geçmişteki ulukurtlarla birebir aynı olduğu görüşünde değil.
Stockholm Üniversitesi’nden genetik uzmanı Prof. Love Dalén, yapılan müdahalelerin bilimsel olarak çarpıcı olduğunu belirterek, “Bu yavruların büyük çoğunluğu gri kurt genetik materyaline dayanıyor. Antik bir türün tam olarak geri getirilip getirilemeyeceği ise ayrı bir tartışma konusu” dedi.
Bugün, genetik olarak ulukurtlara benzeyen bu özel kurtlar, ABD sınırları içinde açıklanmayan bir bölgede kontrol altında tutuluyor. Yavruların yaşları 3 ila 6 ay arasında değişiyor ve her biri yaklaşık 80 kilogram civarında. Yetişkinlik dönemlerinde bu ağırlığın 140 kilograma kadar ulaşabileceği öngörülüyor. Uzun beyaz tüyleri, sağlam çeneleri ve iri vücut yapılarıyla gri kurtlardan belirgin şekilde ayrılıyorlar.
Ancak bu canlılar doğaya salınmış değil. Şimdilik yalnızca bilimsel gözlem ve kontrollü üreme amaçlı olarak laboratuvar ortamına yakın bölgelerde yaşamlarını sürdürüyorlar. Doğaya adapte olma süreçleri hakkında ise kesin bir planlama bulunmuyor.
Colossal’ın yürüttüğü bu çalışma, bilimsel başarısının yanında birçok etik ve ekolojik tartışmayı da beraberinde getiriyor. Projeye yöneltilen eleştiriler arasında, bu tür kaynakların mevcut ekosistemleri korumaya yönelik çalışmalar yerine antik türleri geri getirmeye harcanmasının isabetsiz olduğu görüşü öne çıkıyor. Montana Üniversitesi’nden çevre bilimci Prof. Christopher Preston, doğan yavruların doğal ortamdaki davranışları öğrenemeyeceğine dikkat çekti. Preston, “Fiziksel olarak benzer olabilirler, ancak doğal yaşamda yer edinebilmeleri farklı bir konu. Avlanma, grup dinamikleri ve hayatta kalma becerileri nesilden nesile gözlemle öğrenilir,” ifadelerini kullandı.
Antik ulukurtlara dair yapılan bu genetik müdahaleler, bilimin sınırlarını zorlayan nitelikte. Ancak bu gelişmelerin doğaya ve canlı türlerinin dengesine ne gibi etkiler doğuracağı, önümüzdeki yıllarda daha net anlaşılacak. Ulukurtlar, geçmişin gölgesinden günümüze taşınsa da, bu yolculuğun nereye varacağı henüz bilinmiyor.