Geçmişten Günümüze Türk Hamamları
Tüm kültürlerde insan yaşam ve yerleşimini belirleyen en belirgin öğe “su” olmuştur. Örneğin bundan üç bin yıl önce Uygur Türkleri Doğu Türkistan'ın Turfan bölgesinde “kariz” denilen yeraltı su kanalları yapmıştır. Uzunluğu 5.000 km civarında olan Karizler’in bir bölümü günümüzde hala kullanılmaktadır. Türkler asırlar önce su ve su kültürü ile ilgili dünyada her zaman söz sahibi olmuştur. Özellikle kişisel temizlik için yapılan hamamlar ise dünyaca ünlü olmuştur. Hamam, dilimize Arapça “hammâm”dan geçmiştir. Özel bir düzenle ısıtılan sıcak ve soğuk suyu bulunan, yıkanma amacıyla kullanılan yapılar olarak bilinen hamamlar eskimeyen kültür ve geleneklerimiz arasında yer almaktadır. Bu haberimizde “Türk Hamamları”nın dünü ve bugünü meraklıları için araştırdık…
Tarihi Antik Romalılara kadar uzanan hamamlar o dönemlerde sadece temizlik için değil, zevk ve eğlence için de yapılmış kullanılmıştır. Türkler için hamamın ayrı bir yeri ve önemi olmuştur. Konu o kadar kültürel bir değer kazanmıştır ki hamamlar Atasözlerimize kadar girmiştir. Örneğin Atalar: “Hamamda türkü söylemek ile gurbette yalan söylemek kolay” demişlerdir. Öte taraftan insanın zorluklar karşısında kolay kalkılamayacağını ise “Hamama giren terler” sözüyle perçinlemişlerdir.
Evet, Türk milleti için hamamın ve hamam kültürünün ne derece büyük bir yer kapladığını ataların kısa ama veciz sözlerine bakarak tespit edebiliriz. “Temizlik imanın yarısıdır” hadisinin temelinde, popüler kültürün ve batı tarzı yaşamın yıkamadığı bir gelenek olan hamamlar 21. yüzyılın ortalarına kadar özelliğini hiç yitirmemiştir. İşte pandemi münasebetiyle son bir yıldır kullanılamıyor olsa da hamam kültürü bu süreçten sonra da devam edecek tüm insanlığa kişisel temizliğin ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlatacaktır. Bu noktadan insanımızın binlerce yıl öncesinde özellikle kişisel temizlikte ne kadar hassas olduğunu hamamlara bakarak rahatlıkla anlayabilirsiniz.
Kişisel temizlikte Batı için; “Aynı tas aynı hamam” atasözünü kullanabiliriz beki ama Türkler için bu sözü kullanmamız yersiz olur. Çünkü kişisel temizlikte bir merkez olan Türk hamamlarının sadece Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde var olan tarihine baktığımızda ne demek istediğimizi çok daha iyi anlamış olacaksınız…
Osmanlı döneminde İstanbul pek çok şeyde olduğu gibi hamamlarıyla da oldukça ünlüydü. Hemen her semtinde kimi suyu, kimi temizliği ve ferahlığı, kimi tellaklarıyla ün salmış birçok hamam bulunuyordu. Osmanlı devrisaadetinde ülkemizi gezmeye gelen Fransız bir gezgin hamamlarımızı görür ve ülkesine döndüğünde tespitlerini şu şekilde aktarır; "Osmanlı halkı temizliği öylesine seviyor ki, hamamlarda kadınlar kişisel temizliği adeta bir eğlence haline getirmişler." demiştir.
Tarihe baktığımızda özellikle 16. yüzyılda gerçekten de kadınlar yirmi kişilik gruplar halinde hamama giderlerdi. Sabahın erken saatlerinde topluca gidilen hamamdan, akşam yemeğinde ancak dönülürdü. Günümüzde de ülkemizi gezip görmeye gelen birçok turist hamamları ziyaret etmeden geri dönmüyorlar.
Saraylarda, konaklarda ve evlerde yapılan hamamlar dışında herkese açık “halk hamamı”, “çarşı hamamı” gibi mekânlar vardı eski İstanbul'da. Hamam kültürünün gelişmesine öncülük eden yerler de buralardı. Hamamların çoğu, kadın ve erkeklere ait olmak üzere iki bölüme ayrılırdı. Kadınlar kısmının kapısı erkekler kısmının kapısından görülmeyecek şekilde ve yan sokağa açılırdı. Tek hamamlarda da kapıya asılan renkli havludan kadın veya erkek saati olduğu anlaşılırdı. Erkekler hamamda soyunduktan sonra üstlerinden çıkardıklarını katlayarak üzerine sarık ya da başlıklarını koyar, bunlara bakıcı tutarlardı. Hamamda kimse peştemalsiz dolaşamazdı. Yıkanma tamamlandıktan sonra günümüzde olduğu gibi kesecilere bahşiş verilirdi.
Bu dönemlerde eski İstanbul'unda kadınlar hamamı ise adeta bir eğlence yeriydi. Kadınların yaz-kış bütün eğlenceleri haftada veya iki haftada bir gittikleri hamamlardı. Analar oğullarına söz kestikleri kızı alıp hamama eğlenceye götürürdü. Tabii ki zamanla bu tip olaylar Anadolu'da bir kaç yer hariç unutuldu. Gelin hamamı bu dönemlerde çok önemliydi ve renkli kültürümüzün bir ayrıntısıydı. Gelin hamamı düğünden iki gün önce yapılırdı. Damat tarafının bütün kadın akrabası ve hatırı sayılır tanıdıkları davet edilirdi. Kız, hamama davetlilerden önce gider, gelenleri karşılar, ikramda bulunurdu. Gelecekler tamamlanınca, içeriye sıcaklığa girmeden önce dış avluda soğuklukta toplanılır, kızın başına bir çarşaf tutulmak suretiyle avlu dolaştırıldıktan sonra birlikte içeriye girilirdi. Burada türküler eşliğinde gelin yıkanırdı.
Eskiden hamamlar bir şifa kaynağı olarak da bilinirdi. Hususiyle bazı yatırların bulunduğu semtlerdeki hamamların sularının şifalı olduğu kabul edilir ve çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inanıldığı için bu hamamlara talep daha çok olurdu. Örneğin Süleymaniye'deki Dökmeciler Hamamı sarılık hastalığına tutulanların şifa merkezi konumundaydı.
İstanbul'da, Osmanlı döneminde çok sayıda hamam inşa edilmesinin iki sebebi vardır. Bunlardan biri hamamların iyi gelir getirmesi nedeniyle hayır amacıyla yapılmış binalara gelir kaynağı olarak vakfedilmeleridir. Diğer sebep ise hamamların ait oldukları yapı manzumesinin merkezi konumundaki camiye cemaat çekme bakımından faydalı olmalarıydı. Birçok büyük külliyenin, kendilerine ait birer hamamı olduğu (Fatih, Süleymaniye, Bayezid, Yeni Cami) gibi, bazı daha küçük manzumelerinin de hamamları vardı (Mahmud Paşa, Murad Paşa, Küçük Ayasofya). Diğer taraftan birçok vakıf sahibi kurdukları hayır eserlerine gelir sağlamak amacıyla, şehrin başka yerlerinde hatta başka şehir ve kasabalarda da hamam yaptırmışlardır. (Barbaros Hayreddin Paşa'nın Zeyrek'teki Çinili Hamam'ı, Haseki Hürrem Sultan'ın Ayasofya önündeki hamamı gibi). Hamamın bereketini belirtmek için olsa gerek, "hamamın suyu, hamamcının parası boldur" demişlerdir eskiler...
Osmanlı döneminde hamamlar çok kârlı işletmeler olduğu için sayıları şehrin her yerinde büyük bir hızla artmış ve bu da büyük ölçüde su harcanmasına, özellikle de çok miktarlarda odun tüketilmesine yol açmıştı. Daha 18. yy'da hamam sayısının artışını sınırlayabilmek için çeşitli önlemler getirilmiştir. Evliya Çelebi, kendi çağında, İstanbul'da 151 hamam bulunduğunu, kendisi Mısır-Sudan seyahatini yaparken, 17 hamam daha inşa edildiğini belirtmiştir seyahatnamesinde. Çelebi İstanbul'da ilk inşa edilen hamamın Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılan “Irgat Hamamı” olduğunu, bunu "kefere tarz-ı mimarisinden tahvil ile İslam adabı üzre yapılan Azebler Hamamı'nın" izlediğini, üçüncü olarak Vefa Hamamı'nın, Eyüp Hamamı'nın ve nihayet Çukur Hamam'ın yapıldığını dile getirir... İstanbul'un mimari bir kimliği olarak son büyük hamamı, I. Mahmud tarafından Ayasofya bitişiğinde kurulan kütüphaneye gelir sağlama amacıyla, Yerebatan civarında 1741'de yaptırılan meşhur Cağaloğlu Hamamı'dır.
Eskiden İstanbul'da hamamların suyunun ısıtıldığı ocak şimdiki kalorifer dairesi olan külhanlarda odun, talaş yakılarak çıkarılan ısıdan sadece hamamcılar faydalanmıyordu. Genelde hamamın arka-izbe kısımlarında olan külhanların sıcak ortamından evsiz barksız insanlar da faydalanıyordu. Buraları bir tür sığınma yeri olarak kullanıyorlardı. Bu evsiz-barksız takımının içinde palazlanmış bitirim kişilere külhanbeyi denilirdi. Ayakkabısının topuğuna basıp ceketi omuzunda yürüyen, elinde kehribar tespihi, yana düşmüş fesi ile çizdiği şekil itibariyle o devrin bir ayrıntısını oluşturmuş külhanbeylerinin namı, hamam kültürüyle bağlantısı olan külhan sayesindedir.
Günümüzde her evde bir banyo olmasına rağmen insanımız yine de hamama gitmeyi ihmal etmez. Özellikle bayram arifesinde hamamlar sabahlara kadar çalışır. Soğuk kış günlerinde ise hamama gitmek ilaç gibidir. Grip veya nezle olanlara hamamda terleyerek hastalığı atması tavsiye edilir. Hamamdan çıkan herkes kendini yeniden doğmuş gibi hisseder. Batılılar henüz daha tuvalet nedir bilmezken atalarımızın yollara inşa ettiği kervansarayları hamamlı yapmaya dikkat etmeleri herhalde görmezden gelinemez... Hamamlar aslında tüm insanlık için kişisel temizliğin ne kadar önemli olduğunun açık bir göstergesidir. Her ne kadar tuvalet kültürümüz sarsılsa da hamamlar dimdik ayakta duruyor ve daha "çok tas eskiteceğe" de benziyor…