Trablus’taki çatışmada Fransa’nın parmağı mı var? Macron’un Cezayir ziyareti dikkat çekti
Geçtiğimiz günlerde Trablus’ta 32 kişinin öldüğü 159 kişinin yaralandığı çatışmalar ile ilgili çarpıcı bir iddia ortaya atıldı. Merkezinde Fransa’nın bulunduğu ve hedefin Libya’yı yeni bir iç karışıklığa sürükleyerek dış müdahale zemini oluşturmak olduğu belirtildi.
Libya’da sokaklarda yine silahlar konuştu. Libya İçişleri Bakanı iken saf değiştirerek Hafter tarafına geçen Başbakan Fethi Başağa’nın sözlü tehditlerinin ardından Başkent Trablus’ta sokaklar yine kana bulandı. Şehrin Duvvar Cumhuri, Dahra, Bin Gaşir ve Sarim bölgelerinde yaşanan ve 32 kişinin öldüğü, 159 kişini yaralandığı kanlı çatışmaların ardından Ulusal Ordu yeniden güvenliği sağladı.
BM’DEN ÇAĞRI GELDİ
Ulusal Mutabakat Hükümet provokasyona alet olan tüm sivil ve askerlerle ilgili askeri, hukuki sürecin başlatıldığını duyurdu. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres de diyalog yoluna başvurulması çağrısında bulunarak Libyalı tarafla ara siyasi çözüm için her türlü desteği vermeye hazır olduklarını kaydetti.
HEDEF TÜRKİYE’NİN VARLIĞI
Güvenlik kaynakları, olayların merkezinde Fransa’nın bulunduğunu ve hedefin ülkeyi yeni bir iç karışıklığa sürükleyerek dış müdahale zemini hazırlamak olduğu bilgisini verdi. Kaynaklar, Trablus’ta Fethi Başağa’ya bağlı milis gruplarının başlattığı isyan ve çatışma anlarında Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Cezayir’de olduğuna dikkat çekti. Macron bu ziyarette Türkiye’yi Fransız çıkarlarını baltalamakla suçladı. Başbakan Abdulhamid Dibeybe’ye yakın isimler Tobruk merkezli saldırıların ülke güvenliği ve istikrarını yok etmekle birlikte Türkiye’nin varlığını da hedef aldığı yorumunda bulundu. Başağa-Hafter projesi başarılı olsaydı Türkiye ile yapılan tüm anlaşmaları iptal etmek ilk icraatları olacaktı. Bu arada Libya Savunma Bakanlığı Askerî Savcılığı, Fethi Başağa ve eski Askerî İstihbarat Dairesi Başkanı Usame Cuveyli hakkında yakalama emri çıkardı.
“TÜRKİYE DERİNDEN ETKİLENİR”
Son yaşananları Türkiye gazetesine değerlendiren Müstafi Amiral Cihat Yaycı, Türkiye’nin bölgede sürdürdüğü güvenlik ve istikrar rolüne dikkat çekerek “Büyük çabalarla tesis edilen sükûnetin zarar görmesi en fazla Türkiye’yi etkiler. Bu nedenle Libya halkının hayatını huzur ve güven ortamında sürdürmesi sağlanmalı, çatışma ve gerginlik daha da tehlikeli boyutlara ulaşmadan sonlandırılmalı. Libya’da seçimin uygun şartlarda yapılması mutlaka sağlanmalı. Deniz komşumuz Libya ile 2019 yılında yapılan münhasır ekonomik bölge anlaşması hayati önem taşıyor. Çünkü Türkiye bu anlaşma ile Doğu Akdeniz politikasına hukuki boyut kazandırdı. Diğer taraftan da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın iddia ettikleri münhasır ekonomik bölge sınırları reddedildi ve geçersiz kılındı” dedi.
“DEVLET BAŞKANINI SEÇMENİ GEREKİYOR”
Cihat Yaycı Yunanistan’ın bu süreçte kaybettiği alan ve Türkiye’nin kazanımlarını şu cümlelerle özetledi:
“Türkiye ve Libya arasında yapılan 27 Kasım 2019 tarihli Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması sayesinde Yunanistan neredeyse iki Kıbrıs Adası büyüklüğünde deniz alanı kaybetti. Libya süreci Türkiye ile yürütmesi durumunda en az bir o kadar daha deniz alanı kazanacaktır. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı askerî eğitim ve işbirliği anlaşmaları ile MEB anlaşması, Libya’daki konjonktürde Türkiye’nin önemini gözler önüne sermektedir. Bu sebeple Türkiye, geçmişte olduğu gibi bugün de Libya’nın istikrar ve güvenliğinden yanadır. Bu konuda da öncü rol sahiptir. Orada bu kritik rolümüz ve etkisi devam etmektedir. Libya ile ilişkilerimizin adil, demokratik şartlarda yapılacak seçim ile birlikte derinleştirmek doğru hamle olacaktır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Afrika’daki etkinliği açısından Libya’daki istikrar derhal tesis edilmelidir. Libya’da geriye dönüş kabul edilmez. Ayrıca Libya’da iktidarı elde etmek için takviye güç toplama ve siyasi rekabet için güç kullanma tehditleri dâhil yaşanan gelişmeler son derece endişe vericidir. Bir an önce BM’nin tanıdığı Ulusal Birlik Hükûmeti yönetiminde özgürce Parlamento seçimlerinin yapılması ve müteakiben Parlamentonun Devlet Başkanını seçmesi en uygun hal tarzı olarak gözükmektedir”