"Bu çürümeye artık ’dur’ deme zamanı gelmiştir"
Başbakan Binali Yıldırım, sosyal medyada kullanılan dilin bozukluğuna dikkat çekerek, "Dilimizi kısırlaştıran, nesiller arasındaki iletişimi yok eden, Türkçe’den ziyade nevzuhur bir kuş dilini andıran bu çürümeye artık ’dur’ deme zamanı gelmiştir" dedi.
Başbakan Yıldırım, Yunus Emre Enstitüsü Türkçe Yaz Okulu Programı’nın kapanışında konuştu. Son 15 yıl içinde zamanın ruhuna uygun bir şekilde dış politika araçlarını çeşitlendirme konusunda büyük hamleler yaptıklarının altını çizen Yıldırım, "En büyük dönüşümü dış politikada gerçekleştirdik. Türkiye 2005’ten itibaren Afrika Kıtası’na açılım politikasını hayata geçirdi ve bugün 40’ın üzerinde Afrika’da Büyükelçilik açan ve 45’e yakın ülkede doğrudan uçuşları başlatan ülke konumuna geldi. Doğrudan ulaşım alanında Türkiye dünyada THY ile Afrika kıtasında bir numara oldu. Yunus Emre Enstitüsü, TİKA, AFAD, YTB gibi kurumları hayata geçirerek veya yapılandırarak dış dünyada Balkanlarda, Orta Asya’da Avrupa’da, Afrika’da artık eğitim alanında, sosyal destekler alanında çok büyük hizmetlere başlamış olduk" ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin, milli gelirine oranla en fazla dış destek veren ülke olarak kayıtlarda yerini aldığını vurgulayarak sözlerini sürdüren Yıldırım, "Dünyadaki tüm dış desteklerin oranı bakımından Amerika’dan sonra Türkiye geliyor. 3 milyon 200 bin Suriyeli kardeşimizi 6 yıldan fazla süredir misafir ediyor, ekmeğimizi paylaşıyoruz. Daha önceki yıllarda yeterince varlık gösteremediğimiz kültür ve eğitim diplomasisi alanında son yıllarda büyük önem verdik. Türkiye uzun yıllar boyunca komşularıyla, medeniyet coğrafyasındaki kardeşleriyle dünyanın farklı bölgelerine yayılmış sayıları yüz milyonu bulan soydaşlarıyla gerektiği kadar olması lazım gelen ilişkiyi kuramadı. Kendi değerlerine yabancı, hatta düşman bir zihniyet; ülkemizi ekonomik, ticari, askeri, kültürel olarak tek tip bir merkeze mahkum etmeye çalıştı. Türkiye ne zaman yeni bir arayış içine girse hemen bazı çevreler tarafından iltica fobisiyle hortlatılmış, eksen kayması gibi tartışmaları devreye sokmuşlardır. Ama biz bu bel altı vuruluşlara asla itibar etmedik, itibar suikastına boyun eğmedik. Ülkemizin istikbalini hedef alan bu saldırıların hepsini birer birer boşa çıkardık" diye konuştu.
"POLİTİKALARIMIZIN ODAK NOKTASI DA MİLLETİMİZİN DEĞERLERİ VE HASSASİYETİDİR"
"Biz Doğu’ya bakınca sorun ve bataklık, Batı’ya bakınca refah ve uygarlık olarak gören bir anlayışa teslim olmadık" diyen Yıldırım, konuşmasına şöyle devam etti:
"Selçuklu’nun, Osmanlı’nın bakiyesi üzerine kurulan Cumhuriyetimiz ne Doğu’yu ne de Batı’yı ihmal etme lüksüne sahip değildir. Türkiye, Selçuklu devletinin sembolü olan çift başlı kartal gibi bir yüzü Doğu’ya diğer yüzü Batı’ya dönük bir şekilde bundan böyle yoluna devam edecektir. Ülkemizin dış politika parametrelerinden ödün vermeden tarihimizle, coğrafi konumumuzla, kültürel derinliğimizle mütenasip bir şekilde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bizim için şu veya bu kuruluşun çıkarı değil, ülkemizin ve ülkemizin içerisinde olduğu dostluk ikliminin önemi her şeyden önce gelir. Politikalarımızın odak noktası da milletimizin değerleri ve hassasiyetidir. Geleceğe dair en önemli yatırımının insana yatırım olduğunu aklımızdan çıkartmıyoruz. Bunun için kültür ve eğitim diplomasisinde süreklilik gösteren ve samimiyet gerektiren uzun vadeli işlere çaba harcıyoruz. Bu süreçte elbette dilimizin korunması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması, inceliklerinin ve ahenginin muhafazası gibi hususlara çok önem vermemiz gerekiyor."
Dilin sadece bir iletişim aracı olmadığını, aynı zamanda kültürün, değerlerin taşıyıcısı milli kimliğin sembolü olduğunu kaydeden Yıldırım, "Nihat Sami Banarlı’nın ifadesiyle kelimeler asırlar boyunca tek tek işlenmiş söz mücevherleridir. Milletin olduğu gibi kelimelerin de tarihi vardır. Dilimizde tevarüs ettiğimiz her kelime milli bir sanatla işlenmiştir. Kendi fonetiğimizle, musikimizle ortaya çıkan kelimeler üstat Necip Fazıl’ın çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi milli hançeremizde yoğrularak nesilden nesile aktarılmıştır. Bunun için dilini kaybeden bir millet hafızasını, benliğini, inancını kaybeder. Ana dilleri ile bağları zayıflayan toplumların zamanla sürüleşmesi, sömürgeleşmesi, kimliğini kaybetmesi kaçınılmazdır. Gerek dünya tarihine, gerek Türk tarihine baktığımız da bunun sayısız örneklerini görebiliriz. Avrupa kıtasındaki soydaş toplulukların önemli bir bölümünün dilleri ile bağları kopunca nasıl başkalaştıklarını hepimiz görüyoruz. Afrika’da sömürgecilerin işgal ettikleri yerlerde insanların inançları ile beraber dillerini de hedef aldıklarına şahit oluyoruz. Afrika’da sömürgeciliğin dinini ve dilini benimsemeden sosyal siyasi, ekonomik hayatta var olmak imkansız hale gelmiştir. Osmanlı hiçbir zaman yönetimi altındaki insanların dilini, dinini, kültürünü yok etmek gibi bir politika izlememiştir. Asırlardır Osmanlı idaresinde kalan bölgelerde bugün insanların inançlarını, dillerini, kültürlerini aynen muhafaza ettiğini görüyoruz. Batılı sömürgecilerin çok daha kısa sürede kontrol altında tuttukları yerde durum ortadadır. Kuzey Afrika’da 50 yıl gibi kısa bir sürede orada yaşayan insanlar ana dillerini terk etmiş ve sömürgeci ülkelerin dillerini resmi dil olarak kabul etmek zorunda kalmıştır. Benzer sorunlar Orta Asya’da da yaşanmıştır. Atalarımızın bize miras bıraktığı kıymetli 2 değerden birisi şehit kanları ile sulanmış vatan toprağı, diğeri de dilimiz Türkçe’dir. Dilimizi korumak, geliştirmek, zenginleştirmek için verdiğimiz kavga aynı zamanda bir beka mücadelesidir. Kültür emperyalizmine karşı en güçlü savunma öncelikli olarak ana dilimizi korumaktan geçiyor" dedi.
"DİKKATLİ OLMANIZI TAVSİYE EDİYORUM"
Sosyal medyada gençler tarafından kullanılan ve son zamanlarda giderek yaygınlaşan dili eleştiren Yıldırım, "Sosyal medya aracılığıyla genç kuşaklar arasında giderek yaygınlaşan ve dilimizi tahrip anlamına gelen uygulamalar konusunda dikkatli olmanızı tavsiye ediyorum. Ne yazık ki sosyal medya dili gençlerimiz arasında geçerli bir yazı diline dönüşüyor. Anlamsız kısaltmalar, aralara serpiştirilen yabancı kelimeler, bozuk cümleler giderek sıradan hale geliyor. Dilimizi kısırlaştıran, nesiller arasındaki iletişimi yok eden, Türkçe’den ziyade nevzuhur bir kuş dilini andıran bu çürümeye artık dur deme zamanı gelmiştir. Milli bir seferberlik ruhuyla çalışarak gençlerimize sözün, dilin, her biri asırlık tecrübelerin taşıyıcısı olan kelimelerin, kavramların, ifadelerin değerini en iyi şekilde anlatmalıyız. Türkçe’nin bu topraklarda kök bulmasında ve yaşamasında büyük emeği olan Yunus Emre’nin dediği gibi: ‘Sözünü bilen kişinin Yüzünü ağ ede bir söz. Sözünü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz. Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz. Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini, bu cihan cehennemini, sekiz uçmağa ede bir söz.’ Bu bilinci herkese, özellikle de gençlerimize anlatmamız, aşılamamız gerekiyor" diyerek sözlerini sonlandırdı.