Her şeyi mantıksal zekâ ile çözmeye çalışan başta Amerika ve Batı, bugün kaybettiği değerleri yeniden toplumlarına entegre etmeye çalışıyor. Duygusal zekâyı yok sayarak sadece düz mantık ve bilimsel anlayışı hâkim kıldığı matematiksel bir anlayışın, toplumsal değer yargılarında yarattığı yozlaşmayı tamir etmeye çalışıyor. Sadece düz mantığın bilimsel anlayışın hâkim olduğu Batı ve Amerika’da, matematiksel algoritma çöktü. Çünkü insan, her şeyden önce bütünsel bir yaklaşımla anlaşılabilecek ve çözümlenebilecek bir canlıdır. Ne sadece mantık; ne de sadece duygularıyla var olabilir. İnsan, akıl/mantık, kalp/duygularının vücut bulduğu bedeniyle üçlü bir kombinasyondur. Bu kombinasyonu doğru kurgulayamadığınız her an, büyük bir insani felaketle yüz yüze gelmeniz kaçınılmazdır.
Bugün Batı ve Amerika’da ortaya çıkan toplumsal uzlaşmazlıkta en büyük etken, bu üçlü kombinasyondan sadece ikisinin öne çıkarılmasıdır. Yani düz mantıkla kurulmuş, duygusal zekâdan ve değer yargılarından uzak insan ilişkileri ve devlet anlayışı ile çıkarcı, bireysel kimlik çatışmaları olan, benmerkezci, bedensel haz ve kişisel ihtiyaçlarına göre şekillenen büyük bir kaos toplumu yaratılmıştır. Sonuçları itibarıyla da bugün Amerika ve Batı’da büyük bir toplumsal yozlaşma ile boğuşulmaktadır. Oysa insani değerlerle kuşatılmış duygusal ve mantıksal bir zekâ kombinasyonu ile vuku bulmuş bir kafa ve beden; insanı, insanlığı, yaşadığı toplumu ve dünyayı ihya edebilir. Çünkü insanın en güçlü yönleri, mantık ve duygularıyla dengelenmiş bir vücutta gizlidir. Mesela sevgiyle, aşkla yani tutkuyla yaptığınız bir işten alınan içsel doyum, toplumsal verimi, tek başına hiçbir mantık kuralı açıklayamaz.
Amerikan ve Batı toplumlarında bugün; insani, etik, kültürel, ruhsal, toplumsal, evrensel değerlerden uzaklaşarak bencil, bireysel çıkarların ve bedensel hazzın ön planda tutulduğu, duygusal zekâdan yoksun bir duyarsızlaşma ile toplumsal olayların en başında gelen suçlardan; gasp, soygun, cinayet ve uyuşturucu madde kullanımı-satışı ve benzeri suçlarda büyük bir artış olmuştur. Ayrıca toplumun kendi içinde yozlaşmasıyla oluşan güvensizlik, korku salıcı, toplumsal düzeni bozucu her tür davranış biçimleri de oralarda büyük bir toplumsal tehdit oluşturmaktadır. Burada sayılan suç veya toplumsal düzeni bozucu davranış biçimlerinin bir insanda ve dahası bir toplumda yoğun olarak bulunması, o toplumda değer yargılarının olmadığını gösterir. Değer yargıları dediğimiz etik, kültürel, ruhsal, toplumsal, evrensel, dini ve insani değerlerin bütünü; insanın duygusal zekâsına ihtiyaç duyarak oluşturduğu, hem bireysel hem de toplumsal düzenin devamını garantileyici önemli kavramlardır. Burada sayılan her bir değer, duygusal zekâ kavramıyla ilişkilendirilerek açıklanabilir.
Duygusal zekâ, mantıksal zekâdan çok daha güçlüdür ve yaptırım gücü mantıksal zekaya göre daha kuvvetlidir. Önemli olan duyguların kontrollü olarak eğitilmesi ve erken yaşlarda bireyde kullanma becerisi geliştirebilmektir. Bireye, doğduğu andan itibaren mantıksal zekâ ile duygusal zekâyı dengeli bir biçimde kullanmayı öğretmek gerekir. Örnek vermek gerekirse akademik bir beceriyi kazanabilme mantıksal zekâdır. Ama akademik bir beceriye ulaşma, elde etme biçimi duygusal zekâyla ilişkilidir. Bilgiyi öğrenebilmek, mantıksal bir sentezi gerekli kılarken o bilgiye ulaşma isteği, duygusal zekâ ile ilgilidir. İnsan istediği şeyleri ve sevdiği şeyleri yapmak ister. Bu ikisinin dengeli oluşu ile de bireysel başarı gelir.
Duygusal ve mantıksal zekâyı dengeli kullanmayı öğrenmiş kişilerden oluşan toplumlarda, ne sadece rehavet ne de sadece maddi çıkarlarını ön planda tutan hırs benzeri yaklaşımlar görülür. Böylesi toplumlarda, mantıksal zekâ ile üretmeye meyilli; üretirken de tutkuyla işini yapan bireyler olacaktır. Duygusal zekânın da mantıksal zekâ kadar önemli görüldüğü toplumlarda; duygusal zekâyı kullanmayı bilen bireylerde değer yargıları da oluşmuş olacağından toplumu ayakta tutacak unsurlar sağlanmış olacaktır.
Toplumsal yozlaşmanın en az olduğu ülkelerden Japonya ve Çin, bu konuya çok iyi bir örnek teşkil eder. Bu iki uzak doğu ülkesinde hem mantıksal zekâ hem de duygusal zekâ ile kurgulanan eğitim sistemi ve toplumsal yapının hâkim olduğu görülür. Bahsi geçen iki ülkede de bu dengeli yaklaşımın sonucu olarak bireysel ve toplumsal manada değer yargıları gelişmiş insanlardan oluşmuş bir toplumu, sonuçlarıyla açıkça görebiliyoruz. Mantıksal ve duygusal zekânın, ölçülü bir biçimde yerleştirildiği anlayışla bugün her iki ülkede de yenilikçi, modern, etik, kültürel, insani, ruhsal, evrensel değerlerle kuşatılmış, toplum olma bilincine erişmiş ve kendini her anlamda donatmış, dünyada başarılarıyla adından söz ettiren insanlara şahit oluyoruz. Bu her iki ülkede de mantıksal ve duygusal zekânın hâkim oluşu, toplumlarını rakipsiz bir durumda dünyada öne çıkarıyor. Özellikle etik değerlerine bağlılık, beraberinde tutkulu bir iş anlayışını getiriyor. Mantıksal zekâ ve duygusal zekânın, dengeli bir biçimde topluma; aile geleneği ve eğitim aracılığıyla daha ilk çocukluk yıllarında kazandırılmış olmasıyla bu ülkeler, geleceğini çoktan garantilemiş oluyor.
Duygusal zekânın, ortaya çıkarılması ve geliştirilmesi de mantıksal zekâ gibi üzerinde sıkı sıkıya durulması gereken bir eğitim öğretim yaklaşım biçimini, gerekli kılar. Bir çocuk, daha doğduğu andan itibaren her ikisini de kullanmaya başlar. Bu iki beceri, çocuğun doğduğu, büyüdüğü aile ve toplumda şekil alır.
Mantıksal ve duygusal zekânın, tam anlamıyla istendik düzeyde bir beceriye dönüşmesi, çocuğun doğup büyüdüğü aile ve yakın çevresi, yaşadığı toplum, aldığı eğitim öğretimle sağlanabilir. Özellikle vurguladığım, her ikisinin dengeli olarak geliştirilmesi kısmı, oldukça önemlidir. Sadece mantıksal zekânın öne çıktığı bir insanda, duygusal zekâ gereksinimi olan değer yargılarının oluşması ve gelişmesi imkansızdır.
Ailede beslenen duygusal zekâ, çoğu zaman genetik bir kodlama ile çocuğa geçer. Ancak bu kodlamanın, ailede genetik olarak olmayışı veya beslenecek ortam bulamaması sonucu, çocukta duygusal zekâ gelişemeyecektir. Burada yapılması gereken devlet eliyle iyi bir aile eğitimini toplumuna entegre etmektir. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki bir insanın genetik kodlamasında bulunsun bulunmasın; istendik bir öğretinin kazandırılması, öğrenme materyallerinin aile ortamına ve çevreye aktarılmasıyla mümkündür. Örneğin duygusal zekânın var olmadığı bir ailede doğmuş bir çocuk, eğer gerekli müdahale yapılmazsa genetik yatkınlık neticesinde elbette ki sadece mantıksal zekâsını işletebilen bir bireye dönüşecektir. Ancak erken evrede, gerekli ve uygun eğitim öğretim modellemeleriyle sönmüş ya da azalmış, yok olmuş duygusal zekâ varsılları yeniden canlandırılabilir. Çünkü genetik kodlamasında olsun olmasın bir insanda az veya belli ölçüde de olsa fizyolojik insani anatomisi gereği belli bir zekâ vardır. Ölçüsü, düzeyi elbette ki genetik unsurları barındırır. Ancak her insan, belli ölçüde hem duygusal hem de mantıksal zekâya sahiptir. Sadece; aile, çevre, toplumsal etkileşimle ve eğitim öğretim modellemeleriyle birinden biri öne çıkar veya yok olur.
Bugün dünyanın boğuştuğu onca toplumsal sorunlar, suçlar, savaşlar, küresel çıkmazlar veya insanlığı tehlikeye düşürecek her tür insani yozlaşmanın temelinde; insanda aslında var olan ama ailesel, toplumsal, küresel ve eklenebilecek diğer etkenlerle insani değerlerin, insanlıkta yok oluşu vardır. Bunun da bana göre tek çözümü; duygusal zekânın mantıksal zekâ ile dengeli bir biçimde öne çıkarılmasıyla kurgulanmış eğitim öğretimi ve ailesel, toplumsal yaklaşım biçimlerini, insanda erken yaşlarda aktive etmektir.
Mantıksal zekâ ve duygusal zekâ birbiri ile iç içe geçmis insanın öz varlığıdır aslında. Mesela, bir işçinin veya memurun iş saatlerinin ölçüsünün, patronu veya kurum amiri tarafından belirlenmiş olması, evet matematiktir, ilk bakışta; ama işçinin veya memurun saatinde orada olmasını, sadece kişilerin dakikliği veya patronun, amirin disiplinli tavrı ile açıklayamazsınız. Ya da patronun veya amirin, iş saatlerini kâğıt üzerinde bir sayı olarak belirlerken, sadece matematikten faydalandığını, iş verimini vb. unsurları düşünmeden bir algoritma oluşturduğunu iddia edemezsiniz. İşte tam da burada açıklamanızı, mantıksal zekâ ve duygusal zekânın hem işverende hem de iş yapanda ne derece dengelendiği ile kurgulayabilirsiniz. Bu, mantık ve duyguların, işverende ve iş yapanda vuku bulmuş haliyle hem kendilerini, hem toplumu, hem de küreselleşmiş günümüz dünyasını, doğrudan etkileyen kombine bir insani değerdir. Bu değer; hem somut, hem de soyut değerleri ile hem mantıktır, hem de duygu. Yani İnsanın işini yaparken ona verilen çalışma saatleri kadar çalışması mantık; çalışma saatlerinin içini aşk ile doldurması duygudur. Bu, kişinin öz niyetini ortaya çıkaran sadece mantıkla açıklanamayan insani bir sonuçtur insanın kendisinde. İşinde gösterdiği sadakat, samimiyet, dürüstlük, çalışkanlık, iyi niyet, çaba ve eklenebilecek onca kavram, matematik değil; duygusal zekânın insana bahşettiği değer yargılarıdır. Ve yine çalışmasının karşılığında alacağı ücretle taksitlerini zar zor ödeyebilen bir insanın, işini yine de aşk ile yapmasını, sadece “hayatını idame ettirmek için çalışmak zorunda olduğu” mantığıyla açıklayamazsınız. İşte yine mantık ve duyguların dengelenmesi gerektiğinin bir örneğidir bu. Dengelemenin, aynı zamanda da sadece bireyselliği barındırmadığının, toplumsal bir yayılmacılık ve devlet politikası biçiminde bir yaklaşımla oluşturulması gerektiğini de açıklamaz mı, bu örnek? Duygusal zekâsı ile insani değerlere sadakatli oluşu sebebiyle; işini aşk ile yapan bir vatandaşın, işveren ve devlet eliyle kurgulanmış bir mantıksal zekâ ile ücretinin de dengelenmesi gerekmez mi? Çünkü bu dengenin sağlanamayışı durumlarında, sadece mantıksal zekâyı yol edinmiş, duygusal zekâdan yoksun yaklaşımlar belirleyen Batılı devletlerde gerçekleşen yozlaşma, böylesi bir durumda da mantıksal zekânın duygusal zekâyla dengelenmemesi sonucu, sadece duygusal zekânın öne çıktığı toplumlarda yine ortaya çıkacaktır. İnsanlarda ve toplumda güven zedelenmesi ve duygusal zekâdan kopuşla değer yargılarından uzaklaşma başlayacaktır.
Burada verdiğim örnekte ortaya çıkan sonucun, bir dengesizlikten kaynaklandığını söyleyebiliriz. Yani işini iyi yapan bir insanın mantıksal çerçevede somutsal olarak ödüllendirilmesiyle denge sağlanmış olacaktır. Burada, duygusal zekânın hâkim olduğu vatandaşta değer yargılarının kalıcılığı için ve mantıksal bir çelişkinin ortadan kaldırılması için mantıksal zekâ ve duygusal zekânın sıkı bir kombinasyonu, devlet eliyle hâkim kılınmalıdır. Biri diğerinin önünde veya arkasında değil; dengeli bir biçimde sentezlenerek amaca ulaşılabilir.
Bütün bunların sonucunda şunu söylemeliyiz:
Bugün Amerika ve Batı’da görülen yozlaşma, manevi değerler eksikliğinden ortaya çıkmışken; Türkiye de ise manevi değerlerin maddi değerlerle dengelenemeyişi sonucudur. Yani bilimsel mantıksal değerlerin, duygusal zeka ile dengelenerek oluşturulmuş bir yapıya ihtiyaç vardır.
İnsani değerlerine sıkı sıkıya bağlı ve duygusal zekâyla kuşatılmış Türk toplumu, ekonomik olarak dengelenmemiş veya mantıksal zekânın dengelenmeyişi ile toplum olarak yozlaşmaya doğru gitmektedir. Elbette ki mantıksal zekâyı sadece ekonomik koşullarla eşleştirmek eksik olur. Ekonomik güç, belki insan için hayatını devam ettirmesi noktasında en önemli araçtır. Ama yozlaşmayı, sadece insanın ve toplumların ekonomik güçsüzlüğü ile açıklayamayız. Amerika ve Batı örneğinde olduğu gibi asıl sorun, mantıksal zekâ ve duygusal zekanın dengelenmemiş oluşudur. O toplumlarda, özellikle Amerika’da kozmopolit yapı gereği sosyokültürel ekonomik denge veya toplumsal sosyoekonomik denge tam olarak sağlanmış olmasa da bugün Amerika, dünyada bir süper güç olarak kabul edilmektedir. Ancak orada ve Batı’da ortaya çıkan yozlaşmanın nedeni, duygusal zekânın geri plana atılmasıyla ortaya çıkmış olan değerlerin olmadığı tek tip çıkarcı insanların toplumu kuşatmış olmasıdır.
Bu örnekler ortaya koyuyor ki insanlığın varlığını idamesi, toplumsal, toplumlararası kalkınma ve güçlü bir kombinasyon ile mümkündür. Bu da mantıksal zekâ ve duygusal zekânın dengelendiği insanlar ve toplumlar meydana getirmekle mümkün olacaktır.
Japonya ve Çin, mantıksal zekâ ve duygusal zekânın çok iyi dengelenmiş olduğu toplum örneğine çok uygundur.
Türkiye’de yapılması gereken çalışma, bu anlamda erken önlemlerle toplumda oluşabilecek yozlaşmanın önüne geçmek olmalıdır. Yani mantıksal ve duygusal zekâ kombinasyonu gelişmiş insanlar yetiştirmek ve devlet eliyle topluma entegre etmek.
Çokça kabul gördüğü gibi duygusallık veya duyguların bir insanda, bir toplumda öne çıkmış olması değildir, insanlığı tehdit eden; bugün insanlığı tehdit eden unsurların en başında gelen şey, yanlış kurgulanmış ve dünyayı esir almış marazi bir bakış acısıdır. Bu bakış açısı, sadece bilimsel/ mantıksal bir yaklaşımla dünyayı dümdüz bir yer gibi görmektir. Doğaya ve insanlığa bahşedilen yaşam, asla dümdüz bir yer değildir. Yani hayat dümdüz değildir. Kıvrımları vardır. Bu yüzden hiçbir şey, kırmızı çizgiyle düz mantıkla çizilmez. İki kere iki her zaman dört etmez yani.