Belgrad’ın kalbinde, tarihi meydanlardan birinde otururken bu yazıyı kaleme alıyorum. Balkan coğrafyasına yaptığım bu bir haftalık seyahatte gördüklerim, duyduklarım ve hissettiklerim, bu toprakların geçmişle nasıl derin bağlara sahip olduğunu bir kez daha gösterdi. Bugün sizlere, Sırbistan ve Makedonya’daki gözlemlerimden bahsetmek istiyorum.
Sırbistan'da ilk durağım, insanın içini ürperten ancak bir o kadar da tarihi derinlik sunan *Kelle Kulesi (Ćele Kula)* oldu. Osmanlı dönemiyle özdeşleşen bu yapı, savaşın acımasız yüzünü bir kez daha hatırlattı. Sırbistan’da Osmanlı’ya karşı verilen mücadelede ölen askerlerin kafataslarıyla yapılan bu kule, bir dönemin hatırasını taşırken, bugün hala tarihçiler ve ziyaretçiler için derin bir ders niteliğinde. Bu yapı, sadece geçmişin bir anıtı değil, aynı zamanda barışın ne kadar değerli olduğunu hatırlatan bir simge.
Niş şehrinde bulunan *Red Cross Nazi Kampı*, Avrupa tarihindeki karanlık dönemin en çarpıcı kanıtlarından biri. Nazi işgali sırasında yüzlerce kişinin hapsedildiği, işkenceye uğradığı ve çoğunun bir daha asla evlerine dönemediği bu kamp, insanlığın karanlık tarafını anlamak için bir durak noktası. Kampın soğuk duvarları arasında yürürken, burada yaşanan acıları hayal etmek bile insanı derin bir kedere sürüklüyor.
Makedonya’ya geçtiğimde, şehirlerin nispeten daha sakin ve huzurlu bir atmosfer sunduğunu gözlemledim. Üsküp’teki *Taş Köprü*, Vardar Nehri’nin üzerinde bir zaman tüneli gibi uzanırken, Makedon halkının tarihine dair ipuçları veriyor. Sokaklarda dolaşırken, Türkçe kelimelere rastlamak, hem Osmanlı geçmişinin izlerini hem de iki halk arasındaki kültürel bağların ne kadar derin olduğunu hatırlatıyor.
Sırbistan ve Makedonya halklarının günlük yaşamlarına baktığımda ise ortak bir özellik göze çarpıyor: İnsana dokunan bir sıcaklık ve misafirperverlik. Belgrad’ın hareketli kafelerinde oturup kahve içerken ya da Üsküp’ün pazarlarında gezinirken, karşılaştığınız insanların samimi sohbetleri, bu coğrafyanın gerçek yüzünü ortaya koyuyor. Şehirlerde modernleşme ile geleneklerin bir arada bulunduğu bir denge var. Tarih kokan dar sokaklar, bir yandan yenilenen yapılar ve alışveriş merkezleri ile harmanlanmış. Ancak şehir hayatı, genelde yavaş ve huzurlu bir ritimde akıyor.
Önümüzdeki hafta ise Bosna Hersek ve diğer Balkan şehirlerini ziyaret ederek gözlemlerime devam edeceğim. Saraybosna’nın derin tarihini ve Mostar Köprüsü’nün yansıttığı ruhu anlamaya çalışacağım. Balkanların çok katmanlı yapısını anlamak, bu toprakların neden bu kadar büyüleyici olduğunu kavramak için önemli bir fırsat.
Balkanlardaki bu seyahatlerim boyunca geçmişin izlerini sürerken, aynı zamanda geleceğe dair bir umut taşıyorum. Tarihin ağır yüklerini taşıyan bu coğrafya, bugün hala insana dersler sunuyor. Önümüzdeki yazıda Bosna ve diğer şehirlerden detaylarla buluşmak dileğiyle...
Doç. Dr. Hasan Bardakçı / Belgrad, Sırbistan
Sayfanın sonuna geldiniz!