Bu yıl, hafızalarımıza derin izler bırakan olaylarla geçti. Beşiktaş’ta 29 işçinin hayatını kaybettiği yangın, İzmir’de elektrik kablosu faciası, Balıkesir’deki fabrikada meydana gelen patlama, Erzincan’da 9 işçinin yaşamını yitirdiği altın madeni toprak kayması…
Bunların yanı sıra, bireysel şiddet vakaları da toplumu sarstı. Narin Güran cinayeti, bebek katili Yenidoğan çetesi, henüz 2 yaşında cinsel istismar ve şiddete uğrayarak hayatını kaybeden Sıla bebek, Fatih surlarında yaşanan trajik olay ve TUSAŞ saldırısı gibi haberler, hepimizi derin bir üzüntüye boğdu.
Bu acı olaylar, yalnızca kayıpların ailelerini değil, tüm toplumu etkiledi. Sürekli karşılaştığımız üzücü haberler, hepimizde bir yorgunluk hissine neden oldu. Ancak bu zorluklarla başa çıkmak için gösterdiğimiz dayanışma ve birbirimize sunduğumuz destek, umudu yeniden yeşertme gücümüzün bir göstergesi oldu.
Belki de bu noktada hepimize düşen önemli bir görev var: Yaşananları unutmamak, hatıraları yaşatmak ve benzer acıların tekrar yaşanmaması için birey olarak sorumluluk almak.
İyileşmek, yalnızca yas tutmakla değil, aynı zamanda daha güvenli bir gelecek inşa etmek için atılacak adımlarla mümkün olabilir.
Bu noktada sormamız gereken asıl soru şu: Biz bu kadar olaya tanıklık ederken ne yapıyoruz? Sadece sosyal medyada tepki gösterip bir sonraki habere mi geçiyoruz? Yoksa adalet, güvenlik ve insanca yaşam taleplerimizi daha güçlü bir şekilde dile getiriyor muyuz?
Ölümleri ve acıları konuşmak zorundayız. Çünkü konuşmazsak, unuturuz. Unutursak, aynı acılar yeniden yaşanır. Ve Türkiye’nin yüreğinde kapanmayan yaralar, her geçen gün biraz daha kanar.
2025 yılına girerken, geçmişten aldığımız derslerle daha güvenli, adil ve huzurlu bir gelecek inşa etme sorumluluğunu taşıyoruz. Her yeni yıl, yeni umutlar ve başlangıçlar getirir. Temiz sayfalarımızı kirletmemek dileğiyle…
Sayfanın sonuna geldiniz!