Tgrt Haber

O senin güzel bakışın!

26 Eylül 2024 09:23 | Güncelleme :26 Eylül 2024 09:25

İnsan gözü, bizi dünyanın renkleri, şekilleri ve hareketleri ile buluşturan hayranlık uyandırıcı bir organ. Ancak, aynı zamanda büyük bir sınırlılığın da simgesidir. Gözümüzün görebildiği şeyler, aslında evrenin ne kadar küçük bir kısmını algılayabildiğimizi bize hatırlatır. Göz, bir kapıdır; ama belki de bu kapı, her şeyi değil, yalnızca gördüğümüz kadarıyla sınırlı bir dünyayı bize açar. Peki, ya gözümüz görmediği şeylerle ne kadar sınırlıdır? Belki de görmediklerimiz, bilmediklerimiz, başka bir evrenin kapısını aralıyor.

Bir an durup gözümüzün gerçekten neleri gördüğünü sorgulamak gerekir. Işığın yalnızca küçük bir spektrumu bizim için görünürdür. Kırmızı, mavi ve yeşil dalga boyları bizim renklerimizi oluşturur, ama ışığın geniş spektrumunda bu yalnızca bir parçadır. Kızılötesi, ultraviyole, gama ışınları gibi elektromanyetik dalgalar, bizim gözümüzden kaçan ama evrenin bir parçası olan gerçekliklerdir. Bizim gözümüz yalnızca bu sınırlı spektruma ayarlanmışken, başka canlılar bu görünmeyen dünyaları görebilmektedir.

Mesela arılar, ultraviyole ışığı görebilir. Onlar için çiçeklerin rengi bizim için olduğundan çok daha canlı ve yönlendiricidir. Yarasalar ise karanlıkta yön bulmak için gözlerine değil, ultrasonik ses dalgalarına güvenerek bir tür "görme" yeteneğine sahiptirler. Yılanlar, avlarını kızılötesi ışınlar sayesinde "görürler"; yani ısının izini sürebilirler. Aynı dünyayı paylaşıyor olsak da, onların gördüğü ve algıladığı gerçeklik, bizimkinden oldukça farklıdır. Peki, bu durum bize ne anlatıyor? Bizim gözümüzün gördüğü dünya, belki de sadece algılayabildiğimiz kadardır. Gözümüzün göremediği dünyalarda neler saklıdır, kim bilebilir?

İnsan, dünyayı algılamak için gözüne güvenir. Ancak bu güven, bir anlamda sınırlandırılmış bir bakış açısına dayanır. Farklı dalga boylarını görememek, belki de tüm gerçekliği kaçırmamıza neden olur. Fakat daha da ilginç olan şey, gözümüzün gördüğüne bile çoğu zaman dikkatle bakmayışımızdır. Her şey ortadayken bile, gözümüz "görmemek" için ayarlanmış gibidir.

Bir kartalın görüş yeteneği, insan gözünden dört ila beş kat daha keskindir. Onlar, yüzlerce metre yukarıdan bile yerdeki küçük bir hareketi fark edebilirler. Bu keskin görüş, onları doğanın en etkileyici avcılarından biri yapar. Ancak, onların gördüğü de tıpkı bizimki gibi sınırlıdır. Farklı bir gerçeklik perdesinin arkasında onlar da başka bir evreni göremiyor olabilirler. O halde tüm canlıların dünyayı algılayışı, farklı filtreler ve sınırlamalarla şekillenir. Bu, belki de evrenin her canlıya kendine özgü bir pencere açtığını gösterir; ancak hiçbirimiz tam anlamıyla her şeyi göremeyiz.

Balıklar, suyun altında polaroid ışığı algılayabilirler. Bazı deniz canlıları ise biyolüminesansı görür ve karanlık derinliklerde parlayan bir dünyanın içinde yaşarlar. Bizim gözlerimiz, karanlığın içinde yalnızca boşluk görürken, bu canlılar için orası ışığın ve hayatın dolu olduğu bir yer olabilir. Belki de biz, göremediğimiz için boş sandığımız evrende birçok şeyden habersiz yaşıyoruz.

"Göz görmemek içindir" ifadesi, bir paradoks gibi gözükse de, aslında derin bir gerçeği içerir. Belki de görmek, yalnızca algıladıklarımızla sınırlı kalmaktır. Bakmak ise bu sınırları zorlamaktır. Gözümüzün sınırları içerisinde kalmak, evrenin sonsuz olasılıklarını göz ardı etmek anlamına gelir. Aslında baktığımızda, görmediğimiz birçok şey olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bir insan, sadece gözleriyle değil, hayal gücü ve sezgileriyle de dünyayı algılar.

Görmek, sadece ışığın göz retinasına düşmesi değildir. Görmek, bir anlamda bakmaktan doğan farkındalıktır. İnsanların çoğu, gözleriyle bakar ama farkındalık eksikliği nedeniyle gerçekte "görmez". Bu yüzden, bazen gözümüz açık bile olsa, dünya bizim için gizemini korur. Bir manzaraya baktığınızda, sadece o anın estetiğini mi görürsünüz, yoksa ardındaki hikayeyi mi?

Görmek ve bakmak arasındaki bu fark, insanın varoluşu ve bilinciyle de ilgilidir. Sadece gözümüzle değil, kalbimizle, aklımızla ve hayal gücümüzle de dünyayı anlamaya çalışırız. Bir çocuğun gözleriyle bakan bir yetişkin, dünyada başka bir evrenin saklı olduğunu hissedebilir. Gözlerimiz bizi sınırlasa da, bu sınırlılığın ötesine geçebilmenin yolu, hayal gücümüzdür.

Ya gözlerimizin göremediği bu evrende neler var? Işık dalgalarının, elektromanyetik titreşimlerin ya da bambaşka boyutların saklandığı bir evrende yaşadığımızı hayal edelim. Bizim gözümüzden kaçan bu dünya, belki de gerçeğin ta kendisidir. Fakat gözlerimizin görmediği şeylere dair merakımız, insanlığın evreni anlama arzusunu doğurur.

Belki de gözlerimiz, bu dünyada "görmemek" içindir. Her şeyi görebilmek için, her şeyi anlamak için başka araçlara, başka duyulara ihtiyacımız vardır. Gözlerimiz bize yalnızca bir parça bilgi verir; ancak gördüklerimizden çok daha fazlasını hayal edebilme yeteneğine sahibiz. İşte, bu hayal gücü bizi evrenin sınırsız olasılıklarıyla buluşturur.

İnsan gözü sınırlıdır, fakat bu sınırlılık aynı zamanda bir kapıdır. Gözlerimizle gördüğümüz dünya, başka bir evrenin ipuçlarını taşır. Her şey, sadece bakmayı bilmekle ilgilidir; belki de asıl görmek, gözlerimizi kapattığımızda başlar. Gözlerimiz görmemek için olabilir; çünkü asıl önemli olan, göremediğimiz şeyleri fark edebilmek ve onları keşfetmeye çalışmaktır. Gözün görmediği, zihnin ve kalbin görebileceği başka bir dünya, belki de asıl gerçekliğimizdir.

300
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.