6 Şubat depreminin ikinci yılında Adıyaman ve Kahramanmaraş’taydım. Maalesef ki deprem, o gece sadece evleri yıkmadı; birçok aileyi birbirinden, sevdiklerinden de ayırdı. Kimi insanımız çocuklarını, kardeşini, arkadaşını; kimileri de eşini, dostunu, akrabasını; çocuklar anne babasını yitirdi. Gönül isterdi ki böyle bir felaket hiç yaşanmasın ve böyle bir acıyı kimse duymasın .Ancak bu bir doğa olayı ve şu anki bilimsel çalışmalar ve teknolojik gelişmeler, henüz depremlerin önüne geçebilecek düzeyde değil.
Ancak yapılabilecek şeyler elbette ki var. Bundan sonraki zamanlar icin hem sivil kurumlar,kuruluşlar, sektörler; hem de devlet eliyle birlikte yapılabilecek çalışmalarla ve planlamalarla sağlam bir yapılaşma politikası izlenerek böylesi felaketlerde can kaybının ve zarar ziyanın önüne geçilebilir.
Bu büyük felaketin ardından bölgeye ikinci kez gittim. 6 Şubat‘ta da oradaydım. O yaşanan felaketi yakından görmüş ve birçok boyutuyla değerlendirme fırsatı yakalayabilmiş biri olarak, asrın felaketinin henüz ikinci yılında, bölgeyi bu denli ayağa kalkmış olarak görmek, elbette ki hepimizi ve beni oldukça memnun etmiştir.
Bu kadar hızlı bir yapılanmayla her anlamda bölgeyi ayağa kaldıran devletimiz, insan üstü bir çabayla iki yıl gibi kısa bir sürede işsizlere iş, yurtsuzlara yurt, evsizlere ev olmayı başarmış . Deyim yerindeyse “devlet baba, onca insana kol kanat germiş.” Adyaman ve Kahramanmaraş’ımızı, her anlamda kalkındırarak “yeniden insanına can olmus.” Hızla sarılan o buruk acı, hüzün ve yaralar, yerini sevince ve tatlı bir heyecana bırakmış. Evlerini, iş yerlerini ve hayvan barınaklarından tutun da aklınıza gelebilecek her şeyini bir gecede, o büyük felaketle kaybeden bölge insanının yüzünde, o sevinci görmek, hepimize iyi geldi. Elbette ki bundan sonra bölgeye yapılacak diğer yatırımlarla bölge, birkaç yıl içerisinde daha da müreffeh olacaktır. Ancak bu haliyle bile devletimizin, bölgemize ne kadar çok mesai harcadığı, çıplak gözle bile görülebiliyor.
Her şeyden önce insanın temel ihtiyaçlarına ve insana yapılan her tür yatırımı değerli buluyoruz. Bölgede temel ihtiyaçlara yapılan yatırımların en başında gelen, evdi .Bugün bölgede, neredeyse evsiz insan kalmamış, diyebiliriz.
İki yil önce o büyük felakette buradaydım ve şimdi de buradayım. O günlerden hafızamda kalanları acılarıyla da olsa toparlamaya çalıştım:
Karanlık, soğuk ve acı, tüm bölgeyi bir gecede teslim almıştı.
“Acıyı hissedebiliyorsan yaşıyorsun; başkasının acısını hissedebiliyorsan insansın.” Denilir. Acıyı hissetmemek, duyarsız kalmak ne mümkün acıya, burada. Hele ki çocukların acısına…
O günlerden bu günlere çok şey değişmiş bölgede.
Bu gelişimde açıkça gördüm ki; hüzün, yerini tatlı buruk bir sevince bırakmış. Sevinçler de acılar da insan için elbette. Fakat bir çocuk acıyı değil de sevinci tadarak çocuk kalabilir. İşte o felaket gecesinde evlerini, yakınlarını yitiren insanların, evlerine kavuşma halleri, annesini babasını evleriyle birlikte yitiren çocukların sevinci, insan oluşumuzu ve insanî duygularımızı defalarca kez, tatlı tatlı yüzümüze vurdu. Ama en çok da çocukların halleri…Çocukların sevinci, görülmeye değerdi. Onlarla zaman zaman ağladık, zaman zaman güldük. Yeni evlerinde oyunlar oynadık.
Bölge insanının hepsinin sevinci, tüm çocukların, cocuk halleri elbette ki cok kıymetli. Fakat aralarında öyle bir çocuk vardı ki; olgunluğu, hayata yeniden dört elle sarılmış olması, beni derinden etkiledi. Buruk da olsa o çocuğun mutluluğu, görmeye değerdi.
Devletimiz de birçok psikodestek ve rehabilitasyon çalışmalarıyla çocuklar hep mutlu olsun demiş bölgede…
Onca emek, onca çaba…Onca evle insanına değer verdiğini göstermiş. İnsanımıza, o karanlık ve soğuk geceyi unutturmak ve onları yeniden yaşamaya davet etmek için yüzlerce ev yapmış ve içlerini de tek tek ince ince döşemiş.
İşte o evlerden birini de o yetim ve öksüz çocuğa döşeyerek devlet olmuş. Devlet baba olmuş insanına.
Gördüklerim, izlenimlerim bir bir döküldü o an ruhumdan bir şiire … Buruktum; ama mutluydum.
Bu şiirle selam olsun; bölgenin insanına. Ve o çocuğa…
BİR EV
Çok büyük değil;
minicik bir fotoğraf çerçevesi,
hayallerimin kafesi.
Biraz pembeli,
biraz nefti:
Şu dağın önünde,
gönül şehrimin içinde,
çocukluğum, göğe uzanıyor,
upuzun bir tahtravellide.
Bir ağaçta göçmen kuşların sesi,
güllerle, çiğdemlerle kıpkırmızı bahçesi.
Bir ev işte!
Hepi topu, hepsi.
Şöyle küçücük, kutu gibi,
Soğuk olmasın e mi?
O karanlık gece gibi.
İki odalı bir ev;
gölge oyunu oynayayım,
taş beyazı duvarlarında,
gün görecek hayaller kurayım,
çelikten tavanında.
Mavi buluttan olsun,
penceremin perdesi,
yağmurla değsin camdan,
şefkatiyle her sabah,
annemin, babamın tatlı sesi.
Çok büyük degil;
minicik bir fotoğraf çerçevesi,
hayallerimin kafesi,
Biraz pembeli,
biraz nefti:
Toplanmışız yine,
avare bir pazar sabahı,
bir masa etrafında.
Sıcacık hepimizin nefesi,
Ekmekler, nar gibi kızarmış sobada,
Babam kestane pişirmis,
annem, tarhana çorbası,
yayılmış mutfaktan evimize,
tatlı tatlı yemeklerin kokusu.
Çok büyük değil;
mjnicik bir fotoğraf çerçevesi,
hayallerimin kafesi,
Biraz pembeli,
biraz nameli:
Annem nasıl da gülümsüyor,
elini gezdirirken yatağımda.
Çarşafımı düzeltmeye gelmiş,
son kez,
evimizi toparlayıp gidecekmiş,
acelesi mi varmış, neymiş,
hızlıca yıkamış,
okul gömleğimizi,
ablamla benim,
çizgilerini unutmadan ütülemiş,
sonra hemencecik gitmiş,
Karşılaşırsak alnımızdan öpecekmiş.
Babam da bir ara uğrayacakmış…
O da sevinmiş, yeni evimize.
Selâm söylemiş bize.
Üzülüp ağlamasınlar,
en yüksek okullarda okusunlar,
hemen bir işe koyulsunlar,
Ha bir de insan olsunlar,
Demiş, anneme.
Dersine çalışıp uyusunlar erkenden,
Üzülmesinler, ağlamasınlar;
beni beklerken.
Devlet demiş, devlet;
her çocuğa babadır.
Dünya bu, her şey gelip gecici,
Mal mülk, şan şöhret ne ki?
Devlet, demiş, Devlet o ki;
insanını yaşatıyorsa Baki !