Tarihin arka yüzünde bugün

GİRİŞ:
2025-03-11
saat ikonu 08:57
|
GÜNCELLEME:
2025-03-11
saat ikonu 08:59

"Biz Bu Oyunu Bozarız”

Mezhep kavgaları; dünya güç dengelerinin, dünyayı kendi hegemonyalarında yönetebilme stratejisine hizmet eden, yüzyıllardır süregelen bir gelenektir. Tarihte hemen hemen her dönem, mezhep kavgaları çıkmıştır. Yaklaşık bin asır Anadolu ve Avrupa, Asya’nın birçok bölgesine hakim olan Osmanlı imparatorluğu bile yer yer, zaman zaman mezhep kavgaları gerçeği ile yüzleşmiş ve bazı dönemlerde, bu iç kavgalar nedeniyle neredeyse toprak ve güç kaybına uğramıştır. Özellikle çok katmanlı ve çok kozmopolit yapılı devletler bu gerçekle baş etmenin yollarını aramış ve kendince çözümler üretmiştir. Gerçekte toplu halde ve birbirlerinden memnun halkların dış mihraklarca karıştırılmaya çalışılması gerçeğinde Osmanlı bile yıpratılmış ve kendi egemenliği altında olan birçok yabancı ulusa imtiyazlar vermek zorunda kalmıştır. Örnek olarak on bir yıl süren Fetret Devri’yle bozulan düzeni henüz yeni tesis edebilmiş Osmanlı devleti, Şeyh Bedrettin İsyanı ile ilk defa sosyal ve dini içerikli bir ayaklanma ile yüz yüze kalmıştır. Tarihi kaynaklara ( Prof.Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ// OSMANLI ARAŞTIRMALARI VAKFI İNTERNET SİTESİ) göre Seyh Bedrettin'in; alimlik nazarında durduğu yerle çıkardığı isyan gerekçeleri çelişmekte ve bu isyanı, dönemin şer odakları tarafından galeyana getirilerek çıkardığı gerçeğine ulaşılmaktadır. Aslında Şeyh Bedrettin’in niyeti mezhepsel bir isyan değildir, taht kavgasıdır; ancak şer odaklarınca mezhep kavgalarının içine sürüklenmiş ve o dönemde Osmanlı’ ya zor bir süreç yaşatmıştır. Ve yine tarihte 16. ve 17. yüzyıl boyunca süren Celali İsyanları da o dönemde mezhepsel kavgalar gibi algılanmış ve Osmanlı’ da birçok yıkıma neden olmuştur. Aslında Celali isyanı da birçok diğer isyanlar gibi mezhepsel bir fitil değil; o dönemde bozulan devlet otoritesi ve sosyal, ekonomik dokuların halk içinde galeyan yarattığı gerçeğinden ve dış mihraklarca kışkırtılarak mezhepselmiş gibi bir havada lanse edilmesinden başka bir durum değildir. Aslına bakıldığında - bu iki örnekte olduğu gibi-bu çekişmeleri; halkların bir arada yaşamaktan kaynaklı bir sorundan ziyade içte ve dışta kendi hegemonyalarında bir güç dengesi yaratmak isteyenlerin, mezhepsel bir algı yaratarak çıkardığı ayaklanmalar olarak değerlendirilmek gerekir. Celali isyanlarında özellikle o dönemde Yavuz Sultan Selim mücadeleleriyle karşımıza çıkan Safevi (bugünkü İran devleti ) devletinin kışkırtmaları olduğu bilinmektedir.

Günümüz gerçekliğini anlamanın en kolay yolu, yaşananların ve yaşanmış olanların tarihsel sürecini iyice izlemek ve büyük bir süzgeçten bakmaktır. Tarihsel tekerrür kaçınılmaz bir gerçekliktir. Kişiler, roller değişebilir zaman zaman. Ancak baki olan bir şey varsa o da tarihin arka yüzünün, dünyayı şekillendirmede yüzyıllardır hep bir aparat olarak kullandığı terör örgütleri ve halklar arasında çatışma aparatı olarak gördükleri, din ve mezhep unsurlarıdır. Aslında yaşanan gerçeklere sağ duyulu bir gözlemle baktığımızda ilk fark edilecek gerçek, halkların hiçbir zaman bulundukları bölgede çatışmayı ve huzursuzluğu istemediği gerçeğidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, hiçbir halk, hiçbir dünya insanı, kendi coğrafyasında yüzyıllardır birlikte iç içe yaşadığı birinden rahatsız olmaz. Birbirlerini zaten diğeri veya bir başkası gibi de görmezler. Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasında yüzyıllardır birlikte yaşayan Kürt, Türk, Arap, Fars; Alevi, Sünni, Dürzi, Şafi vb. insanı, kültürel bağlarla birbirlerine sıkıca bağlanmışlardır. Aslında en çok şu gerçeği onlar biliyordur: Biz birbirimizle varız, biz birbirimizle var olacağız. Ancak bazı dönemlerde kendilerini öyle bir çıkmazın içine sokulmuş bulurlar ki işin içinden nasıl çıkılacağını onlar da bilemez. Bugün dünyanın ağlayan öksüz çocuğu Ortadoğu coğrafyasındaki halklar yine tarihsel bir oyun ve komplo ile yüz yüze bırakılmış ve dinmeyen yaralarına bir yenisini eklemek üzere kendilerini yine bir çıkmazın içinde bulmuşlardır.

Bugün Ortadoğu’da yaşananlar ve Suriye’ de yaşananlar, tarihin arka yüzünde; yani gerçekte karanlık yüzünde dünyayı, kendi egolarında yönetmeye ve dünyayı, kendi çıkarlarında şekil vermeye çalışanların planlı, çalışılmış kara oyunlarından biridir. Ve eğer tarihin süzgecinden bakmayı bilirsek bugün yaşananların da yüzyıllardır önümüze gelen oyunlardan farklı olmadığını bilir ve biz de kendi oyunumuzu kurgularız. İlk bakışta hedef Ortadoğu coğrafyasıdır. Suriye ve tüm Ortadoğu’ da yaşananlar, 1453 hezeyanından çıkamayan Haçlı zihniyetinin Siyonizm çıkmazında sağa sola yalpalamasıdır. Karşılarında güçlü bir Türkiye gören bu köhne zihniyetin, Suriye ve tüm Ortadoğu planı üzerinden hem Türkiye’nin hem de sınır ülkelerin güvenlik mimarisini bozma, delme girişimleridir. Güçlü bir Türkiye’nin sınır güvenliği için gerekli kıldığı Ahmet Şara yönetiminin parçalanması ile o bölgedeki huzursuzluktan faydalanmak isteyen bugünkü güç dengelerinin kurguladığı suni bir girişimdir.

Bugün başta Amerika ve İsrail olmak üzere bazı ülkelerin; kendi güç dengeleri unsurlarının devamı için Suriye’de ve dünyanın herhangi bir bölgesinde, kara oyunlar planlamayı vazife edindiklerini görmekteyiz. Ayrıca İran ve Rusya da bu kara oyunun içinde kendi çıkarlarında oyunlar kurgulamaktadır. Bugün Suriye’de ve Ortadoğu’da gerek mezhep kavgaları üzerinden; gerekse de işgalci, yayılmacı veya Siyonizm çalışmaları üzerinden kurguladıkları bu oyunlar, aslında Türkiye’yi de içine çekmeye çalışan büyük bir oyunun parçasıdır. Türkiye devleti, Selçuklu ve Osmanlı dahil yaklaşık bin yıllık bir devletçilik geleneğine sahip devlet aklıyla yönetilen güçlü bir uygarlıktır. Biz bu oyunu, gerek askeri stratejik hamleler; gerekse de diplomatik, politik zeminde -hep olduğu gibi- yine bozarız. Sınır güvenliğimizi ve kendi iç dış güvenliğimizi şartlara uygun kurgulayarak Türkiye bekası için gerekli her çalışmayı yaparız. Eninde sonunda her zaman olduğu gibi yine “biz bu oyunu bozarız.”

BUGÜNKÜ OYUN İSRAİL’İN SURİYE’DE DÜRZİ STRATEJİSİ

Suriye’de Beşar Esad rejiminin Aralık 2024'te devrilmesinin ardından, Ortadoğu’daki güç dengeleri, yeniden şekillenmeye başladı. Suriye’yi uzun yıllar etkisi altına alan Rusya ve İran, devrim sonrası sahadaki varlıklarını büyük ölçüde sınırlandırmak zorunda kaldı. Sürecin başından itibaren Suriye halkıyla derin ilişkiler geliştiren ve muhalif unsurlara stratejik destek sunan Türkiye ise rejimin devrilmesi sonrası sahadaki en belirleyici aktör olmuştur.

Bununla birlikte İsrail, bu yeni konjonktürün kendisi için tehdit barındırdığını düşünerek yeni bir strateji arayışı içerisine girdi. Ayrıca Türkiye’nin bölgede etkisini sınırlandırmak ve Rusya’nın Suriye’de kalmasını sağlamak için arka kapı diplomasi de yürütmekte. Bunun yanında 600’den fazla hava saldırısıyla rejimden geriye kalan stratejik silah sistemlerini hedef alan İsrail, yeni Suriye’yi kritik silahlardan yoksun bırakmayı hedefliyor.

İsrail, bugünkü konjonktürde, tarihin arka yüzü oyunlarına devam ediyor. Golan Tepeleri ’ne ek olarak Suriye içinde bazı stratejik noktaların kontrolünü ele geçirmiş vaziyette. Ayrıca uluslararası alanda yeni Şam yönetimine karşı hem ABD hem de AB’de lobi faaliyetleri yürütüyor. Donald Trump’ın Gazze söylemlerinin arkasında da İsrail lobisi vardır.

Bugün Suriye’ de yaşanan iç karışıklıklarda kendi güç dengelerini korumaya çalışan İsrail’ in de parmağı vardır. Dürzi grupların bir kısmının özellikle İsrail’ de bulunması sebebiyle kendisini bölgedeki Dürzi nüfusu himaye eden bir aktör olarak konumlandıran İsrail, 8 Aralık devrimi sonrasında Dürzi askeri grupların silah bırakmaya mesafeli yaklaşım sergilemelerinde de büyük bir rol oynamıştır. Suriye’deki Süveyda kentinde Dürzilerin kurduğu ve mevcut durumda varlığını sürdüren Ricalü’l-Kerame, Liva Cebel, Ahrar Cebel ve Rical Şeyhü’l- Kerame gibi dört farklı silahlı oluşum vardır. Bunlara 22 Şubat 2025’te bu gruplardan bağımsız bir şekilde Süveyda Askeri Meclisi eklendi. İsrail’in Suriye’ye yönelik sıklaşan saldırılarına müteakip Süveyda Askeri Meclisi’nin kurulması ve kimliği belirsiz helikopterler tarafından bölgeye silahların sevk edilmesi, soru işaretlerini de beraberinde getirmektedir. Ayrıca bu grubun logosu ile SDG’nin logosu büyük benzerlik göstermektedir.

8 Aralık devriminin ardından Suriye’de kendisi açısından en arzu edilmeyen, Sünni Araplardan müteşekkil bir oluşumu, komşu olarak bulan İsrail, yeni Şam yönetiminin istikrarı sağlaması ve güçlü bir devlet mekanizması inşa etmesini stratejik bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu çerçevede İsrail, mevcut hükümeti zayıflatmak, alternatif güç unsurları ortaya çıkarmak ve mevcut ayrışmaları derinleştirmek amacıyla yoğun bir çaba harcamaktadır. Özellikle Dürzileri bu anlamda kendi stratejinde kullanmak isteyen İsrail, Dürzi toplumunun, Suriye’nin güneyinde bölgesel istikrarın ve güvenliğin sağlanmasında kritik bir aktör olduğunu çok iyi bilmektedir. İsrail, Dürzi toplumu içerisinden kendisine müttefik Süveyda Askeri Meclisi adlı oluşumu, bu sebeple oluşturmuştur.

Görüldüğü gibi Suriye’deki yeni yönetim, hem iç hem de dış politikada büyük bir oyunla karşı karşıyadır. Suriye’deki yeni yönetimin kurulmasının ardından bölgedeki en belirleyici rolü üstlenen Türkiye devleti, bütün bu yaşanalar çerçevesinde kendi stratejisini tarihsel konjonktürde yeni güvenlik mimarisi ile yeniden şekillendirmelidir.

Yazımızın birinci bölümünde vurguladığımız gibi tarih tekerrür etmekte ve yüzyıllardır mezhep kavgaları çıkararak kendilerine çıkar sağlayan aparatlar ve güç dengeleri, yine sahnededir. Bugün Suriye yeni yönetiminin güçlü olması, yani güçlenerek kendi bölgesinde kendisini yapılandırması şarttır. Bu dengenin kurulması için Ortadoğu ve dünyadaki birçok güç dengesini hizalayan Türkiye devleti yine büyük bir rol üstlenecektir.

Bir devletin güçlü olması her şeyden önce bölge sınırlarının istikrarına bağlıdır. Bugün Ortadoğu üzerinde oynanan bu oyunların sebepleri sadece Ortadoğu’nun kendisini ilgilendiren durumlar değildir. Sınır komşularını; başta Türkiye olmak üzere birçok devleti, yakından ilgilendirmektedir. Suriye’de bozulan düzen, Türkiye’yi sınır güvenliği ve jeopolitik güvenliği açısından da etkileyecektir.

İsrail ve Amerika’nın dur durak bilmeyen yayılmacı politikası, İran ve Rusya’nın net olmayan tavırları ve gizli hesapları ve Batı’nın tüm olanlarda ortaya koyduğu sessizliği, riyakarlığı ile bugün Suriye ve Ortadoğu dünyanın öksüz çocuğudur. Suriye’nin; haklarını savunan ve sınır güvenliği açısından bölgeyi askeri ve stratejik olarak şekillendirmeye çalışan Türkiye devleti ile birlikte yol yürümesi şarttır. Bunun farkında olan Suriye yeni yönetimi ve Türkiye devleti, bugün mezhep çatışmaları üzerinden oynanan oyunun bilincindedir. Türkiye devleti, gerekli stratejik, diplomatik hamlelerle Suriye’ deki güvenlik mimarisini oluşturacaktır ve mutlaka oluşturmalıdır. Amerika ve İsrail’in yayılmacı ve Siyonist politikaları, Rusya’nın gizli arka bahçe planları, bugün sadece Ortadoğu ve Suriye için değil; Türkiye ve bölgedeki diğer sınır komşusu İran için de büyük bir tehdittir. İran kendi stratejinde ne yapar, bilinmez; ama tüm bu tarihi kanlı hesaplarda hesaplaşan dünyanın yeni düzeninde, yine hesaplar tutmayacak ve Türkiye, bu oyunu da bozacaktır.