Cumhuriyet Halk Partisi’nin son dönemdeki bazı eylem ve çağrıları, kuşkusuz Türkiye siyasetinde yeni bir tartışma başlığı açtı. Adalet, özgürlük, eşitlik gibi temel ilkeler etrafında şekillenen bu söylemlerin, pratikte ne ölçüde aynı hassasiyetle sürdürüldüğü ise ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor.
Son günlerde CHP’nin düzenlediği boykot çağrıları, protesto eylemleri ve sivil inisiyatifler, ilk bakışta demokratik bir toplumun olmazsa olmazı olan ifade özgürlüğü ve sivil itaatsizlik çerçevesinde değerlendirilebilir. Ancak mesele sadece bu sınırlar içinde kalmıyor. Asıl sorun, bu eylemlere katılmayan ya da destek vermeyen sanatçılara, kanaat önderlerine ve kamuoyunun farklı kesimlerine yöneltilen açık veya örtük mahalle baskısında ortaya çıkıyor.
Bir siyasal hareketin meşruiyeti yalnızca savunduğu ilkelerle değil, bu ilkeleri ne derece içselleştirip yaşattığıyla ölçülür. CHP, uzun süredir Türkiye’de adaletin, hukukun ve özgürlüklerin ihlal edildiğini iddia ediyor ve bu yönde mücadele ettiğini söylüyor. Ancak aynı CHP, kendi eylemlerine destek vermeyen bireylere yönelik dışlayıcı tavırlarla liberal demokratik değerlerle çelişen bir pratik sergiliyor.
Sanatçıların, entelektüellerin veya sıradan yurttaşların herhangi bir eyleme katılmama özgürlüğü de, en az katılma özgürlüğü kadar değerlidir. Liberal düşünce özellikle, bireyin özgür iradesine dayanır. Bu iradenin, herhangi bir siyasal hareketin kitlesel baskısıyla yönlendirilmesi, “çoğunluk diktası”na kapı aralayabilir. Bu durumda, CHP'nin iddia ettiği "hukuksuzluğa karşı adalet mücadelesi", aslında kendi içinde başka bir adaletsizlik biçimini üretmiş olur: Düşünceye, duruşa, hatta sessiz kalmaya yönelik bir baskı mekanizması.
Mahalle baskısı yalnızca iktidar tarafından uygulandığında değil, muhalefet tarafından da üretildiğinde sorunludur. Eğer CHP, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, farklı seslerin özgürce konuşabildiği bir demokratik ortam hayali kuruyorsa; önce kendi tabanında ve destekçilerinde bu tahammülü ve çoğulculuğu inşa etmek zorundadır.
Unutulmamalıdır ki, demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir; demokrasi, aynı zamanda insanların bir eyleme katılmama hakkını da koruyan bir rejimdir. Eleştirel duruş, çoğulculuk, bireysel özgürlükler, devletlerin düzeninin temel taşlarıdır. Bu taşları yerinden oynatmadan siyaset yapmak, Türkiye’de gerçek anlamda demokratik bir kültürün inşasına hizmet edecektir.
CHP’ye düşen görev, adaleti sadece kendi açısından değil, muhalifine bile hak görecek bir kapsayıcılıkla savunmaktır. Aksi takdirde, “biz ve onlar” kutuplaşması içinde haklılık zemini her geçen gün daha da kaygan hale gelir.