İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında etkili olan kar yağışı, belki de uzun zamandır ilk kez toplumsal bir coşkuya neden oldu.
Özellikle 90’lar kuşağı, pencereden düşen her bir kar tanesini çocukluk günlerine bir bilet gibi gördü.
O yılların tadına aşina olanlar için lapa lapa yağan kar, sobalı evlerin camında eriyen desenleri, elleri üşüte üşüte yapılan kartopu savaşlarını ve mahalle dayanışmasını hatırlattı.
Ama asıl soru şu: Biz gerçekten kar yağmasını mı özledik, yoksa geçmişte bıraktığımız insani sıcaklığı mı?
Günümüz dünyasında nostalji artık sadece bir duygu değil, adeta bir kaçış noktası. İnsanlar eskileri anarken aslında bugünün eksikliklerini itiraf ediyor.
Daha sıcak, daha samimi, daha tahmin edilebilir ve güvenli bir geçmiş imajı, bugünün belirsizliği ve soğukluğu karşısında kalkan görevi görüyor.
Oysa geçmiş, kusursuz değildi. Çocukluk yıllarımıza dönmek isteyişimiz, bugünün yükünden kaçma arzusundan başka bir şey mi?
Toplum olarak geçmişe duyduğumuz özlemin altında yatan asıl mesele, belki de insani duygularımızı giderek kaybedişimizdir.
Nostalji, güzel bir duygu, ama ona sadece bir sığınak olarak bakarsak, bugünü yaşanmaz kılmaya başlarız.
Eskiye duyulan özlemi, bugünü daha iyi kılmak için bir motivasyon aracı olarak görmek gerek.
Eğer kar yağınca çocuk gibi sevinmeyi biliyorsak, belki de içimizdeki çocuğu sadece kar yağdığında değil, her gün hatırlamamız gerekiyordur.